31 Aralık 2013 Salı

2013'ün Türkiye'de Vizyona Giren En İyi 5 Filmi - Alkan Avcıoğlu

2013’ü geride bırakmak üzereyiz. Ödüller, eleştirmenlerin yıl sonu listeleri bir bir açıklanıyor. Bu sene Türkiye’de 325 film gösterime girdi. 2013 sineması adına yurtdışında ses getiren bazı filmler ise henüz burada vizyona girme şansı bulamadı. Ama isterseniz şimdi gelin Türkiye’de vizyona giren filmler arasından yılın bence en iyi beş filmini hatırlayalım.

ALKAN AVCIOĞLU alkanavcioglu@yahoo.com

1. LA VIE D'ADELE / MAVİ EN SICAK RENKTİR - Abdellatif Kechiche

Cannes’dan itibaren 2013’ün sinema gündemine bomba gibi oturan film yılın fenomenlerinden biri. Ve de ‘aşık olmak’ üzerine sinema tarihindeki en iyi büyüme filmlerinden biri. Çokça tartışılan meşhur sahnelerine, yönetmenle oyuncular arasındaki saçma polemiklere takılmayın. Lezbiyen ilişki filmi etiketiyle yaklaşmayın. Bu özel filme yapılabilecek en yanlış muamele tek özelliğine takılıp onu dar bir alana hapsetmek. Sinemanın kalbi olan ‘bakış’ üzerine oluşturulmuş kusursuz kadrajlarla, müthiş yönetmenlikle dolu. Bir büyüme filmi; ilk aşk ve ilk heyecan üzerine bir güzelleme ‘Mavi En Sıcak Renktir’. Hem de meramını sinemasal araçlarla nasıl yansıtabileceği üzerine kafa yoran türden. Abdellatif Kechiche’nin usta işi yakın planlarla bezeli anlatımı, kör göze parmak yapmadan hikâyeye yerleştirdiği sınıfsal göndermeleri, filmi değerli kılan öğelerden. Filmin sayısız artısı veya eksisi sayılabilir. Ancak sinemasal anlamda zirve yaptığı (bardaki tanışma, okuldaki kavga sahnesi) birkaç sahne var ki sinema tarihinin en iyilerine özgü bir çıtaya yükseliyor. Ve o çıta artık günümüzde kolay kolay karşımıza çıkmıyor. Uzun yıllar karşımıza kolay kolay bir benzeri daha çıkmayacak bir başka şey ise Adèle Exarchopoulos’un tek kelimeyle eşsiz oyunculuğu.

 

2. DUPA DEALURI / TEPELERİN ARDINDA - Cristian Mungiu

‘4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün’ün yönetmeni Cristian Mungiu’nun ilk katıksız başyapıtı. Bir önceki sene Cannes’da En İyi Aktris ve En İyi Senaryo ödüllerini kazanmış olan Romanya yapımı film, Türkiye’de vizyon programının ağır toplarından biriydi. Kompleks mevzuları, tinselliği gündelik hayatın çamuruna bulamayı çok iyi bilen yönetmen burada da kolay ve kategorik bir bakış açısı vaat etmiyor. Basit ama detaylara açtığı alanla çok katmanlı ve son derece zeki bir yönetmenlik gösterisi ‘Dupa Dealuri’. Sadece finalindeki kamera hareketi üzerine bile ‘Master Class’ düzenlenebilecek film, Mungiu’nun şimdilik en olgun ve en iyi işi.

 

3. FRANCES HA - Noah Baumbach

Noah Baumbach’ın siyah beyaz harikası ileride en iyi ‘New York filmleri’ arasında yer alacak. Filmin senaryosuna da katkısı bulunan yıldızı Greta Gerwig, filmi adeta tek kişilik bir şova dönüştürecek kadar başarılı. Her nüansı, her tavrı ile filme damga vuruyor. Ancak yönetmen Noah Baumbach’ın incelikli yönetmenliği de unutulmamalı. “Frances Ha” hem bu ana ve belli bir şehre ait olsa da filmin kendisini zamansız kılan klasiklere özgü bir kalitesi var. Damaklarda günümüzden değil de 1960’lardan kalma bir klasik tadı bırakan “Frances Ha” yılın en iyi bağımsızı.

 

4. RUSH / ZAFERE DOĞRU - Ron Howard

Zanaatkarlık anlamında yılın zirve filmi. Tür filmlerinin şablon yapısını takip etse de bu filmin görsel ve işitsel anlamdaki işçiliği yılın pek çok filmini geride bırakmaya yetiyor. Gerçek olayların sinemasal inşasını gerçekleştirmekte ise teknik anlamda ders niteliğinde bir film. Filmin başından sonuna Ron Howard’ın her planı fikirlerle dolu. Lakin filmin yönetmenliği o kadar üst düzey ki filmin yavanlaşan senaryosunun handikaplarını aşmayı başarabiliyor. Bir yarış filmi olarak bu alt-türün çok uzun zamandır en iyi örneği.

 

5. BLUE JASMINE / MAVİ YASEMİN - Woody Allen

Woody Allen’ın son filmi ustanın en iyi yaptığı şeylerden birini yapıyor: Başka bir yönetmenin elinde filmi yapılmayacak kadar sıradan durabilecek bir hikâyeden şaşırtıcı derecede iyi bir film çıkarmayı. Sıkı gözlemlenmiş detaylar ve hikâyeye bakış açısındaki taze fikir formda bir oyuncu kadrosuyla hayat buluyor. Günümüzün tartışmasız en yetenekli oyuncularından biri olan Cate Blanchett’in performansını ve karakterine getirdiği yorumu ise layıkıyla anlatmak mümkün değil. Oscar heykelciği Cate Blanchett’e verilmezse diyeceğimiz tek bir şey var: Bir daha oynamıyoruz!

***

SİNEMA DERGİSİ...


2013 Türkiye’de toplam gişe hasılatı olarak rekor kırılan bir sene oldu. İşte tam da böyle bir seneyi kapatırken sinemaseverler için çok üzücü bir haber geldi. 19 yıllık ‘Sinema’ dergisi kapandı. Geçtiğimiz hafta, bünyesinde ‘Sinema’ dergisinin de yer aldığı ‘Sabah’ grubu satıldı. Satın alan yeni yönetimin ilk icraatlarından biri buradaki dergilerden yedi tanesini kapatmak oldu. Sayısız sinema yazarı, yönetmen, sinemasever için sinema aşkını öğrendikleri bir okul gibiydi ‘Sinema’ dergisi. Ben de onlardan biriydim. Tam 11 yıl aralıksız yazdığım dergi bir günde kapatıldı. Bir veda sayısı bile çıkartamadan. Bu haberi aldığım andaki hissin, içimde yitirdiğim şeylerin tarifi epey zor. Çocukluğum ve gençliğim boyunca sayısız dergi kapandı. Bu süre zarfında ‘Sinema’ hep ayakta kaldı. Pek çoklarının bildiği gibi kemik bir okuyucu kitlesi vardı. 90’lar ve 2000’lerde Türkiye’deki sinema kültürünü besleyen en uzun soluklu, başat yayın organıydı. Yurtdışında 10 yılı, 20 yılı devirmiş sinema yayımları yaşlarını 50’ye devirmeye doğru gider. Tam da bu eksende değerinin, okuyucularının görmezden gelinmesi ve kapatılma kararının bu kadar hızlı alınması birçokları için vakıf olması, idrak etmesi zor bir olay. Öyle olmaya da devam edecek.

 

Kaynak: BirGün Gazetesi Cumartesi Eki
http://birgun.net/haber/2013un-en-iyi-5-filmi-9151.html

27 Aralık 2013 Cuma

Yozgat Blues


Yönetmen: Mahmut Fazıl COŞKUN
Oyuncular: Ercan Kesal, Ayça Damgacı, Tansu Biçer, Nadir Sarıbacak
Ülke: Türkiye, Almanya
Yıl: 2013
Süre: 92 dakika
IMDB: http://www.imdb.com/title/tt2388819/


Konu: Yetmişli yılların popüler şarkılarını söyleyen Yavuz artık kariyerinde bir çöküş eşiğine düşmüş ve bir alışveriş merkezinin zemin katında, küçük bir ses sistemi eşliğinde, düzensiz aralıklarla müşterilere şarkılar söylemektedir. Bunun yanı sıra bir belediyenin düzenlediği ücretsiz müzik kursunda katılımcılara müzik dersleri vermektedir. Neşe, Yavuz’un belediye kursundan öğrencisidir. Marketlerde sucuk standında müşterilere sucuk tanıtımı yapmaktadır. Yavuz, Yozgat’ta açılan bir gazinoda şarkı söylemesi için teklif alır. Neşe, Yavuz’a kendisinin de çalışmak istediğini söyleyip, birlikte gidebilmek için teklifte bulunur. Yavuz ve Neşe birlikte Yozgat’a giderler. İkili bir süre sonra Yozgat’ta yaşayan berberlik yapan Sabri’yle (30) tanışırlar. Sabri’nin hayatında iki amacı vardır; bir kızla evlenmek ve kendi kuaför dükkanını açmak. Yozgat’ta, İstanbul’dan gelen iki şarkıcı ve bir berber arasında kimi zaman dramatik kimi zaman da komik olaylar gelişmeye başlar.


Uzak İhtimal’in yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun’un merakla beklenen ikinci filmi Yozgat Blues 6 Aralık’ta gösterime giriyor. Başrollerinde Ercan Kesal, Ayça Damgacı, Tansu Biçer ve Nadir Sarıbacak gibi oyuncuların yer aldığı Yozgat Blues festivallerde elde ettiği başarılarla bu yılın en çok söz edilen filmlerden biri oldu. San Sebastian Film Festivali’nde Türkiye’yi temsil eden film, İstanbul Film Festivali, Adana Altın Koza Film Festivali ve Varşova Film Festivali gibi uluslararası festivallerde ödüller kazandı. Yozgat Blues filmi başarılı oyunculuklarının yanı sıra, üslubu ve taşraya dair ince anlatımıyla sinema eleştirmenlerinin ve izleyicilerin ilgisini çekti. Filmde zaman zaman incelikli bir mizah duygusu öne çıkarken de zaman zaman hüzünlü anlar yansıtılıyor.


Etkinlik Bilgileri:
Tarih: 29 Aralık 2013 Pazar
Saat: 21:15
Mekan: Korupark Cinetech Sinemaları / Başka Sinema

Fragman:

21 Aralık 2013 Cumartesi

2013'ün En İyi Soundtrack Albümü - Alkan Avcıoğlu

ALKAN AVCIOĞLU alkanavcioglu@yahoo.com
2013’ün sonlarına geldik. Herkes en iyi filmlerinden oluşan yıl sonu listelerini oluşturma derdinde. Biz bu hafta bir değişiklik yapıp 2013’ün en iyi soundtrack’lerini seçelim. Geçtiğimiz yıllarda Drive’dan Beasts of the Southern Wild’a kadar uzanan olağanüstü soundtrack’ler dinledik. Bu senenin de aşağı kalır yanı yok. İşte karşınızda soundtrackler ve film için kaydedilmiş özgün film müziklerinin en iyileri...
 
20. THE WORLD’S END
Blur, Pulp, Suede, The Housemartins ve dahası. Hayır, zaman makinasında değilsiniz. The World’s End’in soundtrack’ine hoş geldiniz.

 
19. SOUND CITY
Dave Grohl aralarında Paul McCartney, Trent Reznor, Josh Homme’un bulunduğu isimlerle stüdyoya girip yeni şarkılar kaydediyor. Tamam, kabul edelim sonuç mükemmel değil ama sadece bazı kayıtlar için bile arşivde yerini almayı hak ediyor.


18. THE KINGS OF SUMMER(Ryan Miller)

Indie bizim işimiz diyorsanız hem filmin hem de müziklerinin peşine düşün. MGMT, Youth Lagoon gibi seçkiler albümde yer almadı ama Ryan Miller’ın müzikleri yetiyor.

 
17. THE GREAT GATSBY
Florence + the Machine, The XX, Jay Z, Lana Del Ray’e rağmen tam olarak bekleneni verememesi Buz Luhrmann’ın geçmişteki soundtracklerinde çıtayı ne kadar yükseğe koyduğunu gösteriyor. Albüm gerçekten fazlaca eklektik. Kadro all star ama sonuç filmin kendisi gibi.


16. ONLY GOD FORGIVES(Cliff Martinez)
Cliff Martinez’in müziklerinin filmden daha iyi olduğu kesin.

 
15. LES SALAUDS
(Tindersticks
)
Tindersticks’in bir Claire Denis filmi için yedinci soundtrack’i. Minimal elektronik tınılar üzerine temellenerek grubun klasik tarzından farklılaşsa da atmosfer yaratmada üzerine düşeni yapıyor. Albümün plak olarak basıldığını da hatırlatalım.


14. PRINCE AVALANCHE
(Explosions In The Sky & David Wingo)
Geçtiğimiz yıl Mud’ın olağanüstü soundtrack’ini yapan David Wingo post-rock grubu Explosions in the Sky ile harikalar yaratıyor.

 
13. THE BLING RING

Phoenix’ten M.I.A.’ye, Azealia Banks’ten Kanye West’e kadar soundtrack filmin ruhunu fazlasıyla veriyor. Albüm, Def Jam Records’tan yayınlandığına göre bize de susmak düşer.

 
12. STOKER
(Clint Mansell)


Soundtrack konusunda son 10 yıla damga vurmuş isimlerden Clint Mansell’den senenin zirve çalışmalarından birisi. Klasikle moderni müthiş bir yaratıcılıkla birleştiren albüm, kesinlikle defalarca dinlenmeyi hak eden türden.

 
11. DJANGO UNCHAINED
Bir Tarantino filmi soundtrack’ini 11 numarada görmek pek de iyi bir sonuç değil. Kişisel plak koleksiyonundan çıkarttığı unutulmuş klasiklerle müthiş soundtrackler yaratmış bu adam bu sefer hedefi 12’den tutturamıyor. Soundtrack, spaghetti western müzikleri kullandıkça şaha kalksa da çağdaş şarkıları kullanmakta ne kadar isabetli tartışılır.


10. PRISONERS
(Jóhann Jóhannsson
)

Senenin hakiki iyi film müziklerinden biri. Karanlık, atmosferik ve yenilikçi; filmin kendisi gibi üzerinden zaman geçtikçe kıymetli hale gelen bir çalışma.

 
9. RUSH (Hans Zimmer)
Soundtrack deyince akan suları durdurabilecek bir isim Hans Zimmer. 12 Years a Slave için yaptığı film müzikleri ile Oscar’a da aday olacaktır. Ancak Zimmer’in Rush’taki çalışması eşine nadir rastlanılacak türden epik bir iş. Zimmer’in şablon müzik değil filmin dünyasına göre müzik yapma konusundaki maharetlerine kusursuz bir örnek daha.

 
8. DALLAS BUYERS CLUB

Kabul edelim, Jean-Marc Vallee günümüzde popüler müziği hikâyeyle birlikte en iyi kullanan yönetmenlerin başında geliyor. Dallas Buyers Club’ın glam ve punk dolu soundtrack’i filmi bir seviye daha ileri taşıyan türden.


7. BERBERIAN SOUND STUDIO(Broadcast)
Warp Records etiketiyle yayınlanan albüm kült grup Broadcast’in en özgün çalışmalarından biri. Çek Yeni Dalgası ilhamlı soundtrack pek çok eleştirmenden övgü topladı. Sinema ve müzik aşıkları için koleksiyonluk bir nesne.

 
6. LES REVENANTS (Mogwai)Mogwai’n bir Fransız TV dizisi için yaptığı soundtrack albüm grubun hayranlarını fazlaca tatmin edecek olağanüstü bir çalışma.

 
5. UNDER THE SKIN (Mica Levi)
Bu yılın film müzikleri arasında bir ışık yılı farkla en orijinal ve en tuhaf olanı. Mica Levi’nin tekinsiz çalışması çok ama çok güçlü.
 
 
4. THE BROKEN CIRCLE BREAKDOWN
Filmin de soundtrack’in de yakın zamanda kültleşeceğini tahmin etmek zor değil. The Broken Circle Breakdown, ‘Bluegrass Band’ adı altında klasik bluegrass şarkılarının coverlarını içeren albüm şimdiden ülkesi Belçika’da en çok satan soundtrack’i oldu. Grup şu an Avrupa’da sold out konserler veriyor. Şüphesiz ki bunda şarkıların filmde sahip olduğu özel yer çok etkili.

 
3. GRAVITY (Steven Price)
Çok uzun yıllar konuşulacak soundtrack’lerden birisi. Geleneksel tercihlerden alabildiğine uzak ve etki gücü muazzam. Neredeyse parmak ısırtan bir yaratıcılıktaki bu çalışma filmle bütünleşen özgün müziklere kusursuz bir örnek. Oscar heykelciğine göz kırpıyor.


2. BREATHE IN
(
Dustin O’Halloran)


Sundance Film Festivali’nde çıkan bu küçük film ortalıktan kaybolup gitti. Ancak son yıllardaki soundtrack çalışmalarıyla çıkışta olan Dustin O’Halloran unutulmayacak bir film müziğine imza attı. Mutlaka peşine düşülmesi gereken bir albüm.
 
1. INSIDE LLEWYN DAVIS
“Yeni değilse ve asla eskimiyorsa bir folk şarkısıdır” der filmin kaybeden müzisyeni Llewyn. Yetenekli başrol Oscar Isaac’in seslendirdiği folk şarkılardan oluşan albüm son yılların en iyilerinden. Isaac’in kusursuz yorumları, albümü yakın dönem sinema tarihinde özel bir yere taşıyacak. Justin Timberlake ve Adam Driver’ın da olduğu ‘Please Mr. Kennedy’ ise adeta bir bayrak şarkı.

20 Aralık 2013 Cuma

Byzantium / Bir Vampir Hikayesi




Yönetmen: Neil Jordan
Oyuncular: Gemma Arterton, Saoirse Ronan, Sam Riley, Jonny Lee Miller
Ülke: İngiltere, ABD, İrlanda
Yıl: 2012
Süre: 118 dakika
IMDB: http://www.imdb.com/title/tt1531901/


Konu: 200 yıldır insan kanıyla beslenen gizemli bir kadın olan Clara işlediği bir cinayetin ardından kızı Eleanorla beraber bir kıyı kasabasına sığınır. Ancak onlar için artık hiçbir yer güvenli değildir çünkü ölen kişi Clara’ya daha önce ölüm fermanı veren ve senelerdir hesaplaşmayı bekleyen “Kardeşlik” adında bir vampir topluluğunun üyesidir. Striptizcilik yapan Clara, Noel ile tanışır ve onun Byzantium adlı pansiyonunda kalmaya başlarlar. Eleanor ise, yeni arkadaş edindiği Frank’ten etkilenerek ona ölümcül sırlarını anlatır. Bu bilginin kasabada yayılmasıyla Clara ve Eleanor, kaçmaya çalıştıkları karanlık geçmişleriyle bir kez daha yüzleşmek zorunda kalacaklardır.


Vampirle Görüşme’yi yaratan ekiple, Oscar Ödüllü yönetmen Neil Jordan’ı tekrar bir araya getiren BİR VAMPİR HİKAYESİ/ BYZANTIUM, son dönemin gözde genç yeteneklerinden Gemma Arterton ve Saoirse Ronan’ı başrollere taşıyor. Sıra dışı atmosferiyle dikkat çeken filmin görüntü yönetmenliğinde Bafta ödüllü Sean Bobbitt imzası bulunuyor.


Etkinlik Bilgileri: Tarih: 22 Aralık 2013 Pazar
Saat: 21:15
Mekan: Korupark Cinetech Sinemaları / Başka Sinema

Fragman:



13 Aralık 2013 Cuma

Sen Aydınlatırsın Geceyi



Yönetmen: Onur Ünlü
Oyuncular: Ali Atay, Demet Evgar, Damla Sönmez, Ezgi Mola, Derya Alabora, Ercan Kesal, Ahmet Mümtaz Taylan, Ayşenil Şamlıoğlu, Nadir Sarıbacak, Cengiz Bozkurt, Serkan Keskin, Tansu Biçer, Kaan Yılmaz

Ödülleri:
32. İstanbul Film Festivali : Altın Lale En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Kurgu, Fipresci Ödülleri


Konu: Küçük bir Anadolu kasabasında hayat kendi halinde akmaktadır; yan hakemlik yapan Cemal maçları yönetmekte, Yasemin yumurta fabrikasında çalışmakta, Defne kasabadaki tezgâhında kitap satmakta, Doktor İrfan hastaları ile uğraşmaktadır...

Göğünde iki güneş, üç tane dolunayı olan bu kasabada duvarların arkasını görebilen Cemal’in hayattan bir beklentisi kalmamış, üstüne çöken sıkıntıyla baş etmeye çalışırken nesneleri parmağıyla oynatabilen Yasemin’de kendine bir çıkış yolu arar. Fakat zamanı durdurabilen Defne bir süre sonra işlerin karışmasına sebep olacak, Yasemin’in ölümsüz patronu ise Cemal’in endişelerini gidermeye çalışan görünmez ilkokul öğretmeninin tavsiyelerini boşa çıkartacak şeyler yapacaktır.

“Sen Aydınlatırsın Geceyi” bir takım olağanüstü özellikleri olan kasabalıların olağan sıkıntıları, endişeleri ve dertlerini anlatır.

Etkinlik Bilgileri:
Tarih: 15 Aralık 2013 Pazar
Saat: 21:15
Mekan: Korupark Cinetech Sinemaları / Başka Sinema

Fragman:




IMDB : http://www.imdb.com/title/tt2905772/

6 Aralık 2013 Cuma

Blue Is The Warmest Color / Mavi En Sıcak Renktir



Ödüller:
2013 Cannes Altın Palmiye
2013 fipresci Yılın En İyi Filmi
Altın Palmiye’nin yönetmen Abdellatif Kechiche ve iki başrol oyuncusu Léa Seydoux ile Adèle Exarchopoulos olmak üzere 3 kişi tarafından paylaşılması yönüyle bir ilke imza attı.
Şimdiye kadar 36 tane ödül aldı. 
 

Orijinal Adı: La Vie d'Adele
İngilizce Adı: Blue Is The Warmest Color
Yönetmen: Abdellatif Kechiche
Oyuncular: Léa Seydoux, Adèle Exarchopoulos
2013, Fransa, 179 dakika.


Konu:  Cinselliğe çekincesiz yaklaşımı ve gerçekçiliğiyle sansür ve sanat tartışmalarına yol açan Mavi En Sıcak Renktir, biri henüz lise öğrencisi diğeri ise mavi saçlı bir sanatçı olan iki genç kızın yıllara yayılan birliktelikleri üzerinden yaşamı ve aşkı sorguluyor.

Mavi renge bambaşka bir anlam yükleyen Abdellatif Kechichein son filmi, ilk kez gösterildiği Cannes Film Festivalinde hem eleştirmenler hem de izleyiciler tarafından büyük ilgi görerek festivalin büyük ödülünü kazandı. Başkanlığını Steven Spielbergin üstlendiği jüri, yönetmen Kechichele birlikte başrol oyuncuları Adèle Exarchopoulos ile Léa Seydouxyu da Altın Palmiyeye layık gördü.


Fragman:



I
MDB: http://www.imdb.com/title/tt2278871/


1 Aralık 2013 Pazar

Sight & Sound dergisine göre 2013 Yılının En İyi 10 Filmi

İngiliz sinema dergisi Sight & Sound, 2013′ün en iyi 10 filmini sıraladı. 100 civarında sinema yazarı ve akademisyenin katıldığı bir oylamayla yapılan listede bir numarada Joshua Oppenheimer’ın The Act of Killing‘i yer aldı.
İkişer tane 9 numara ve 6 numara olan listede Blue Is The Warmest Color, Gravity, Frances Ha gibi filmler de yer aldı.
1. “The Act of Killing,” Joshua Oppenheimer,
2. “Gravity,” Alfonso Cuaron
3. “Blue Is the Warmest Color,” Abdellatif Kechiche
4. “The Great Beauty,” Paolo Sorrentino
5. “Frances Ha,” Noah Baumbach
6. “A Touch of Sin,” Jia Zhangke
6. “Upstream Color,” Shane Carruth
8. “The Selfish Giant,” Clio Barnard
9. “Norte, the End of History,” Lav Diaz
9. “Stranger by the Lake,” Alain Guiraudie

29 Kasım 2013 Cuma

14 Kasım 2013 Perşembe

Lavoisier’in Başı Düşerken; Bilim Ayağa Kalktı

bilimm
 
 
Kimya Biliminin Dehası Lavoisier
 
Kimya  biliminin dehası Lavoisier’nin asıl eğitimi hukuktu ve Paris Barosu’na kayıtlı bir avukattı. Bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmaları nedeniyle bütün dünyada ün kazanmıştı. Kimya bilimini reddeden yobazları gösterip, "Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz." dediği için tutuklandı. Aynı gün yargılanıp giyotinle ölüme mahkum edildi. Lavoisier, matematikçi arkadaşı Lagrange’i çağırdı ve "Kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam, insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam etmekte demektir…" dedi. Lavoisier’in kafası kesildi, sepete düştü ve gülerek iki kere göz kırptı… Matematikçi Lagrange diyor ki: "Lavoisier’in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir. Ama o yobaz kafalar asırlarca karanlıkta sürünecekler, insanlığı da süründürecekler ne yazık ki… Onun kafasının düşmesi için bir saniye yetti ama öyle bir kafanın yetişmesi için belki de yüzyıl beklememiz gerekecek…"
 
’’Kesik Başım Gözünü İki Kere Kırparsa..."
 
Bu anekdot bir e-posta olarak bir dostum tarafından bana iletildiğinde çok ama çok etkilendim. Öncelikle , inanmak ve bir bilim adamı olarak yaşamak ve ölmek bu olsa gerek, diye düşündüm. Giyotinle kellesi alınırken bile bilime ve insanlığa hizmet etmeye çabalamak… Öte yanda dogmaların ve yobazlığın karanlıklarına karşın tüm dünya bir avuç namuslu ve inanmış insanın çabasıyla yürüyor hala. Peki kimdir bu Lavoisier ve hangi ortamda yaşadı, ne yaptı da idama mahkum oldu?
 
Lavoisier’in Yaşamı
 
Antoine-Laurent de Lavoisier (26 Ağustos1743 - 8 Mayıs1794 / Paris)
Yaşamında iki devrim görmüş ünlü Fransız kimyacı.
Devrimlerden biri, yüzyıllar boyunca "simya" adı altında sürdürülen çalışmaların, bugünkü anlamda, kimya bilimine dönüşmesidir. Lavoisier bu devrimin en önemli kahramanıdır. İkinci devrim, "1789 Fransız İhtilali" diye bilinir. Lavoisier bu devrimin önemli aktörlerinden biri olmasına karşın,  yeni icat edilen giyotinle kellesi alınan ilk kişilerdendir ("Devrim önce kendi çocuklarını yer…") Lavoisier  Parisli zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Daha küçük yaşında iken annesini yitiren Lavoisier, babasının yakın ilgi ve bakımıyla büyür. Başlangıçta, belki de onun etkisiyle, hukukçu olmaya yönelir. Ancak bu arada uyanan deneysel bilim merakı, çok geçmeden bir tutkuya dönüşür. Yirmi bir yaşına yeni bastığında, Paris’in sokaklarını aydınlatma proje yarışmasında birinciliği alır, Fransız Bilim Akademisi’nce altın madalya ile ödüllendirilir. 25 yaşına geldiğinde, özellikle kimya alanındaki çalışmaları göz önüne alınarak akademiye üye seçilir. Bu arada hükümetin özel bir komisyonunda görevlendirilen genç bilim adamı, metrik sistemin oluşturulması, Fransa’nın jeolojik haritasının çıkarılması gibi etkinliklerden, tarımda verimin yükseltilmesine uzanan pek çok uygulamalı bilim çalışmalarını düzenler. Ayrıca o sırada bir tür abluka altında olan ülkesinin savunma ihtiyacı barutun üretim sorumluluğunu üstlenir. Genç bilim adamı bu kadarla da yetinmez; ilerde yaşamını yitirmesine yol açan bir işe, ülkenin bozuk vergi sistemini düzeltme işine el atar. 
 
Doğada hiçbir şey yoktan var olamaz ve var olan hiçbir şey yok edilemez
 
Ama tüm bu uğraşlarına karşın Lavoisier, kendisini asıl ilgilendiren bilimden kopmamıştır; her fırsatta özel laboratuvarına çekilip deneylerini sürdürmekten geri kalmaz. Kimya dili,  mantıksal düzen ve kuramsal açıklama yönlerinden bilimsel kimliğini Lavoisier’e borçludur. Tüm bu çalışmalarında ona büyük desteği eşi sağlar. Deney şekillerini çizer, yabancı dillerden kaynak çeviriler yapar, makale ve kitaplarını yayıma hazırlar. 
 
Antoine-Laurent_Lavoisier_by_Louis_Jean_Desire_Delaistre
Toprak, Su, Ateş, Hava
 
Lavoisier araştırmalarına başladığında, kimyada Antik Yunanlıların maddeye ilişkin dört element (toprak, su, ateş ve hava) öğretisinin yanı sıra, yanmaya ilişkin flogiston kuramı geçerliydi. Bilindiği gibi, bir tahta ya da bez parçası yandığında duman ve alev çıkar, yanan nesne bir miktar kül bırakarak yok olur. Yürürlükteki kurama göre yanma; yanan nesnenin Flogiston denen ama ne olduğu bilinmeyen, gizemli bir madde çıkarması demekti. Aslında yanma olayını açıklamadaki güçlüğün bir nedeni gazlara ilişkin bilgi eksikliğiydi. 1756’da İskoç kimyager Joseph Black "sabit gaz" dediği "karbondioksidi" buluncaya dek bilinen tek gaz hava idi. İngiliz kimya bilgini Joseph Priestley daha sonra deneysel olarak 10 kadar yeni gaz keşfeder. Bunlardan biri onun "yetkin gaz" dediği, ileride Lavoisier’in "oksijen" adını verdiği gazdır. Oksijenin keşfi ile Lavoisier, yanma – oksitlenme olayını açıklığa kavuşturmuştur. 1789 yılında yayımlanan "Traité Elémentaire de Chimie" adlı yapıtı, kendi alanında Newton’un "Principia"sı sayılsa yeridir. Biri modern fiziğin, diğeri modern kimyanın temelini atmıştır. Lavoisier’i unutulmaz yapan bir özelliği de nesnelerin kimyasal değişimlerini ölçmede gösterdiği olağanüstü duyarlılıktı. Bu özelliği ona "Kütlenin Korunumu Yasası" diye bilinen çok önemli bilimsel bir ilkeyi ortaya koyma olanağı sağlar. Lavoisier, kimi kez kendi adıyla da anılan bu ilkeyi şöyle dile getirmişti: Doğanın tüm işleyişlerinde hiçbir şeyin yoktan var edilmediği, tüm deneysel dönüşümlerde maddenin miktar olarak aynı kaldığı, elementlerin tüm bileşimlerinde nicel ve nitel özelliklerini koruduğu gerçeğini tartışılmaz bir aksiyom olarak ortaya sürebiliriz. Pozitif bilimin temeli olan bu açıklamanın özeti şudur: "Doğada hiçbir şey yoktan var olamaz ve var olan hiçbir şey yok edilemez…" Lavoisier solunum esnasında oksijen alınıp, karbondioksit verildiğini belirledi. Deneyler sonucunda solunumun da bir çeşit yanma olduğunu anladı ve kalorimetre yardımıyla kimyevi reaksiyonların ısısını ölçtü. 
 

“Cumhuriyet’in Bilginlere İhtiyacı Yoktur”
 
1794 yılında solunum üzerinde deneylerini yapmakta olduğu bir sırada Lavoisier, Devrim Mahkemesi önüne çıkarılır. İki garip suçlamaya hedef olmuştur:
1) Devrim karşıtı olarak karalanan aristokrasiyle ilişkisi
2) Vergi toplamada yolsuzluk (Lavoisier topladığı vergilerin küçük bir bölümünü laboratuvar deneyleri için harcamıştı.)
Elbette ki, bunlar sadece bahaneydi. Temel sorun; yönetimdeki yobazların dogmalarına, dinsel bağnazlıklarına karşı çıkışıyla ilgiliydi. Lavoisier’i kurtarmak için dostları mahkemeye koşmuştu ama tanık olarak bile dinlenmemişlerdi. "Yurttaş Lavoisier’in çalışmalarıyla Fransa’ya onur sağlayan büyük bir bilgin olduğunda hepimiz birleşiyor, bağışlanmasını diliyoruz." dilekçesiyle başvuran günün seçkin bilim adamlarına, yargıcın verdiği yanıt kesin ve çarpıcıdır : "Cumhuriyetin bilginlere ihtiyacı yoktur…" Galileo yaşamının son 10 yılını Engizisyon’un göz hapsinde geçirmişti. Lavoisier’in sonu daha acıklı olur; 51 yaşında iken, "devrim" adına kafası giyotinle uçurulur. Lavoisier, boynunun vurulmasını beklerken kitap okuyordur. Cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde, Lavoisier  nerede kaldığını unutmamak için okuduğu kitabın arasına bir kitap ayracı koymuştur…
 
Tam 217 yıl sonra muzip bir gülümsemeyle göz kırpıyor ve soruyor Lavoisier:
"nerede kalmıştık ?..."
 
Kaynak: altinsehiradana.com

5 Kasım 2013 Salı

Kızsız Erkek Evleri

“Kız-erkek öğrenci aynı evde kalamaz. Muhafazakar demokrat yapımıza bu ters. Talimatını verdik, denetimi yapılacak."
Yukarıdaki açıklama sayın başımızın bakanından. Kendisi kızlı erkekli öğrenci evi olmaz diyor. Bize ters diyor.
Sorun şu ki içinde erkeklerin kaldığı bir öğrenci evinde dişi olan herhangi bir şeyin yaşaması mümkün değildir. Zaten bu evlerin hemen denetlenmesi gerekiyor.

İşte eve gelen kız olmadığı için yılda yalnızca bir kere çöp toplayan erkek öğrenciler

yilda-bir-kez-toplanan-iste-o-copler

İşte flört yoksunluğunu kumar ve serserilik ile telafi eden bir öğrenci evi

az-daha-beklerse-orgut-evi-olur

İşte bira şişelerinden halı ile izolasyonu deneyen bir öğrenci müsveddesi

babasi-tekel

İşte ancak -o da belki- dişi sineklerin girebildiği bir öğrenci evi mutfağı

dost-sut-sponsorlugunda
Ne kadar da mutlu değil mi? Değil.

İşte vize zamanı yaşananlar

vize-aq

İşte final zamanı vuku bulanlar

final-aq-bira-siseleri

İşte yazın devletin krediyi kesmesi sonucu alkol alamayan yaratıcı bünyelerin eseri

yaz-okulu-aq

İşte bir kadının ne olursa olsun adım atmayacağı bir zeka patlaması

iste-ogrenci-evlerinde-zeka-tuketen-einsteinlar

İşte hijyenden ölecek bir katalitik kahramanı

katalitikle-harikalar-yaratan-necmi

İşte her öğrenci evinde görülebilecek, artık alışılan manzaralar

menemene-yardir
Dikkat ederseniz tek bir kadın eli yok.

İşte bir adet dahi kızın olmadığı bir erkek öğrenci evi daha

ogrenci-evi-battaniyeli-uyuyan-bir-takim-adamlar
Doğal gaz faturası kabarmasın diye birbirlerine sokulmuşlar.

İşte yalnızlığı bütün vücuduna yayılan bir adet erkek öğrenci insanı

ogrenci-evi-biraz-daginik

İşte normalde eve gelecek kızlar için alınan ancak kız gelmediği için çorapların dizildiği bir kanepe

kanepeye-corap-dizmek

İşte “hazır etrafta etkilemek zorunda olduğum hatun yok” diye düşünen ve şebekliğe vuran bir öğrenci

ogrenci-evi-siselerle-bir-takim-olaylar

İşte kadın iç çamaşırları niyetine çay poşetleri, hepsi yokluktan

usengeclikten-hepsi

İşte “bu bir sevgi olayı Ercan”

ogrenci-evi-sevgi-evi

İşte Allah muhafaza burası da Japonya. Kötünün kötüsü var.

son-allah-muhafaza
Kaynak: listelist.com