Lenin’in 1924’te ölümünün ardından Sovyetler Birliği’nde ideolojik
bir ikilem başlamıştı. Başını Lev Troçki’nin çektiği grup, devrimin tüm
dünyaya yayılması için çaba gösterilmesi gerektiğini, Batılı ülkelerde
devrimin teşvik edilmesi gerektiğini söyleyen “
Sürekli Devrim”
tezini savunuyordu. Stalin ve yandaşları ise tam tersini düşünüyordu:
Sosyalist devrim önce Sovyetler’de sağlam bir temel kazanmalı,
sosyalizmin diğer kapitalist rejimleri tehdit etmediği ve onlarla bir
arada var olabileceği diğer ülkelere gösterilmeliydi. Böylece Batılı
ülkelerden gelebilecek tehditler engellenebilir, devrim gelişmesini daha
rahat sürdürebilirdi. Kısaca önce “
Tek Ülkede Sosyalizm” olmalıydı.
Ne
var ki, Lenin’in ardından Stalin ile girdiği iktidar kavgasını
kaybetmişti. Ve Troçki, Stalin’i dünya devriminden caymakla suçlayınca
önce Aralık 1927’de XV. Kongre’de Komünist Parti üyeliğinden atıldı,
ardından Kazakistan’ın Alma Ata kentine sürgüne yollandı.
Fakat
Alma Ata, Troçki için geçici bir sürgün yeriydi. Çünkü Stalin’in asıl
istediği, Troçki’yi Sovyet topraklarından tamamen atmak, başka bir
ülkede sürgüne yollamaktı. Bu konuda birçok ülkeyle Troçki’yi kabul
etmeleri için görüşme yapılmıştı ama hiçbir hükümet devrin hareketli
ortamında Troçki gibi bir ismi kabul etmeye yanaşmıyordu.
Ankara’daki
Sovyet Elçisi Çiçerin de Troçki’ye ülke arayanlardan biriydi. Türk
Dışişleri Bakanı Aras’la defalarca konuşmuş ve sonunda Türk hükümetini
razı ederek vize almayı başarmıştı. Ancak Türkiye’nin Troçki’yi kabul
etmek için bazı koşulları vardı:
- Troçki, politik bir göçmen olacaktı. Ona özel ve ayrıcalıklı işlem yapılmayacaktı.
- Başka ülkeye gitmek isterse, serbest olacaktı.
- Türkiye’de komünizm uğraşısı göstermeyecek, fakat istediğini yazabilecek ve bunları dışarda bastırıp yayabilecekti.
- Troçki’ye Türkiye’de SSCB tarafından hiçbir suikast düzenlenmeyecek, Türk Emniyeti her türlü güvenlik önlemlerini alacaktı.
Moskova,
bu koşulları kabul etti ve 23 Ocak 1929’da Moskova’daki Türkiye
Büyükelçiliği’nden Troçki'ye “Sedov” adıyla vize verildi.
Leon
Davitoviç Troçki, 12 Şubat 1929 Salı günü Lenin’in küçük adını taşıyan
“İlyiç” vapuruyla Odesa’dan İstanbul’a gelmişti. Yanında ikinci karısı
Natalya, oğlu Leon Sedov ve iki de (GPU) Sovyet gizli polisi vardı.
Türk Basını Uyarılıyor
İçişleri
Bakanlığı, aynı günlerde hem İstanbul Valiliği’ne, hem de Basın-Yayın
Genel Müdürlüğü’ne iki uyarı mektubu yazmıştı. Valilikten, herhangi bir
suikasta karşı önlem alınması, Basın-Yayın’dan da gazetelerin Troçki ile
ilgilenmemesi isteniyordu.
O günlerde İstanbul’da Rusya’dan
devrim sırasında kaçan 3-4 bin Beyaz Rus vardı. Bunlar Troçki’nin
kurduğu Kızılordu’ya yenilerek ülkelerinden kaçmışlardı. Bunların ve
dünyanın başka ülkelerine dağılan 200 binden fazla Beyaz Rus’un,
Troçki’yi öldürmek istemesi en doğal düşünceydi.
Troçki’yi getiren
İlyiç Vapuru, öğleye doğru Büyükdere açıklarında demirliyor, gemiye
binen bir Türk görevli, gelenlerin pasaportlarını inceliyordu. Bu sırada
Troçki’nin oğlu Lev Sedov, Türk görevliye
Atatürk’e sunulmak üzere bir
mektup verdi. Troçki’nin imzasını taşıyan mektup şöyleydi:
Sayın Başkan,
İstanbul’un
kapısında size şunu bildirmekle onur duyuyorum: Türkiye sınırlarına
kendi dileğimle gelmedim. Bu sınırlardan içeri zorla sokuluyorum.
Rusya’dan
çıkarıldıktan sonra, dilini bildiğim ve tanıdığım bir ülkeye gitmeyi
yeğlerdim. Fakat sürenler, sürülenlerin bu isteklerine çok ender özen
gösteriyorlar.
Ülkemden çıkarılmam sorunun sonu değildir. Olaylar
kısa ya da uzun sürede gelişecektir. Ben Marks’ın okulunda tarihe
sabırla bakmayı öğrendim.
En iyi duygularımı kabul buyurunuz Bay Başkan.
Leon Troçki.
İlyiç
vapuru öğleden sonra Galata yolcu salonuna yanaştı. İstanbul Polis
Müdürü ve Sovyet Konsolosluğu görevlileri onu karşıladılar. Troçki,
Başkonsolosluğa Komünist Partisi Merkez Komitesi’ne gönderilmek üzere
mektup verirken, 22-23 yaşlarındaki oğlu Lev de 12 sandık eşyanın
taşınmasıyla uğraşıyordu. Troçki’nin Moskova’ya gönderilmesini istediği
mektubun içeriği şöyleydi:
Türk polisiyle işbirliği
içindesiniz. İstanbul’da düzenlenecek bir komployla beni öldüreceksiniz.
Bu olayların sorumluluğunu Merkez Komitesi üyelerinin tümüne şimdiden
yüklüyorum.
Troçki, daha sonra Türk polisinin
güvenlik önlemleri arasında Tünel’deki Sovyet Konsolosluğu’na gitti.
Burasını herhangi bir otelden daha güvenli sayıyordu. Öyle ya, Stalin
herhalde Sovyet konsolosluğunda kendisini öldürme girişiminde bulunmaya
cesaret edemezdi. Türk polisi ise Rusların bir şeyler yapmasından kuşku
duyduğu için Troçki’nin güvenli bir eve taşınması düşüncesindeydi. Hatta
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, konsoloslukta kaldığı sürece İstanbul
Valisi’nin sık sık Troçki’yi ziyaret etmesini ve durumunu incelemesini
istemişti.
1 Nisan 1929 tarihli Vakit gazetesi tüm dünyayı şok eden bir başlıkla çıkar: “Troçki Müslüman Oldu”.
Bu büyük haber üzerine tüm yabancı muhabirler Tokatlıyan’a koşarlar ama
Troçki’yi bulamazlar. Olay sonradan anlaşılır. Vakit gazetesinin muzip
bir muhabiri tüm dünyaya 1 Nisan şakası yapmıştır.
Gelişinin
ikinci günü dünya basını, büyük başlıklarla “Troçki İstanbul’da” diye
yazıyor, Türk basını ise Basın Yayın’ın emrine uyarak susuyordu.
Troçki
konsolosluğun konukevine yerleşmişti ve cebinde topu topu 1.500 doları
vardı. Ama Troçki’nin maddi konuda güvendiği, Avrupa’daki dostları ve
yazacaklarından alacağı telif ücretleriydi. Nitekim yanılmayacaktı da…
Uzun
bir savaşa hazırlanırken oğlu konsolosluğa yakın kitapçılardan Alman
gazeteleri almıştı. Bunlardan birinde Alman hükümetinin kendisine vize
vereceği yazıyordu. Troçki vize almak için Almanya’ya telgraf çektiyse
de kısa bir süre sonra Ankara’daki Alman Elçisi Nodolny, kendisine
hükümetinin vize veremeyeceğini bildirecekti.
Troçki, Almanya’dan
yanıt beklediği sırada durmadan yazıyor, İngiliz, Fransız ve Amerikan
gazetelerine durumunu anlatıyordu. Özellikle de, “Türkiye’ye zorla
sokulduğunu” öne sürüyordu.
18 Şubat’ta İstanbul Emniyet Müdürü,
Sovyet Konsolosluğu’nda kendisini ziyaret etmiş ve Vali Muhittin
Üstündağ’ın mektubunu vermişti Türkçe ve Fransızca yazılan mektupları
aldığını ve okuduğunu bildirmesi isteniyordu. Troçki, Türkçe bilmediği
için yalnız Fransızca yazılı mektubu okudu ve imzaladı. Türkçe mektubu
ise almadı.
Atatürk adına kendisini yanıtlayan İstanbul Valisi Üstündağ, Türkiye’ye zorla sokulması iddiasına da değiniyor ve şöyle diyordu:
Sayın Troçki,
SSCB eski Halk Komiseri,
Cumhurbaşkanımıza sunulmak üzere bıraktığınız mektubu ait olduğu makama gönderdim.
Size aşağıdaki husustan bildirmekle görevliyim:
Sovyet
hükümeti, sağlık nedeniyle ülke dışında tedaviniz gerekçesiyle
Cumhuriyet Hükümeti’nden vize istemiştir. İyi ilişkiler sürdürdüğümüz
dost bir devletin girişimini olumlu karşılamak, bizim yönümüzden
doğaldı. Sovyetler Birliği’nden çıkış nedenlerinizi bilemeyiz. Bunları
araştırmak da bizim görevimiz değildir. Mektubunuzda belirttiğiniz
“zorla sokuldum” deyimi de bizimle ilgili değildir. Buradan istediğiniz
bir ülkeye gitmekte serbestsiniz. Oturma sürenizi uzatmak isterseniz de
Türkiye konukseverliğini sizden esirgemeyecektir. Bu konuda bütün
yabancıların yararlandığı genel kuralların dışına çıkılması düşünülemez.
Polislerimiz,
kalacağınız sürece güvenliğinizi sağlamak için gereken önlemleri
almışlardır. Buna karşın, bir saldırı kuşkusu duyarsanız, sizi korumakla
görevli polislerimize bilgi vermeniz en doğru yol olur.
Bu mektubu aldığınızı ve içeriğini öğrendiğinizi bize bildirmenizi rica ederim.
Saygılarımla.
Muhittin Üstündağ - İstanbul Valisi.
Troçki: Ben Bir Türkofilim
Ancak
dış basında çıkan yazılar Moskova’yı sinirlendirmişti. Sonuçta
elçiliğe, Troçki’nin bir an önce konsolosluktan çıkartılması bildirildi.
8 Mart gece yarısına doğru Troçki konsolosluktan çıkarıldı ve Türk
polisinin önlemleriyle Tokatlıyan Oteli’ne arka kapıdan sokularak ikinci
kattaki 66-68 ve 70 numaralı odalara yerleştirildi.
Troçki Türk
basınıyla ilk konuşmasını Türkiye’ye gelişinden 34 gün sonra Milliyet
yazarı Ahmet Şükrü Esmer’le yaptı. Bu konuşmasında bazı şeylerin altını
önemle çiziyordu:
Yanlış anlaşıldım. Türk hükümetinin
özgürlüklerimi kısıtladığını hiçbir zaman söylemedim. Fransız
gazetelerine 6 bin sözcük tutan Rusça makaleler yazdım. Bu yazılar
telgrafla çekilirken ve Fransızcaya çevrilirken büyük hatalara uğradı.
Türk hükümeti bana büyük konukseverlik göstermiştir, minnettarım. Tekrar
ediyorum: Türk hükümeti hiçbir biçimde özgürlüğümü kısıtlamamıştır.
Türkiye’ye
gelir gelmez Rus Başkonsolosluğu’na indim. Almanya’dan vize istemiştim.
Buna yanıtın kısa zamanda geleceğini umuyordum. Bu nedenle otele geçmek
istemedim. Sizlerle konuşmayı bugüne kadar ertelememin nedeni de böyle
bir toplantıyı konsolosluk gibi resmi bir yerde yapmak istemeyişimdir.
Şimdi herkesle konuşuyorum.
Türkiye’den neden ayrılmak istediğimi
sorabilirsiniz. Türkçe bilmediğim için… Artık yaşlıyım ve yeni bir dil
öğrenemem. Yoksa çok sevdiğim ve konukseverliğine tanık olduğum
ülkenizde oturmamam için hiçbir neden yoktur.
Troçki,
masası üzerine iki kitap koymuş ve küçük kâğıtlarla bazı yerleri
işaretlemişti. Bunları göstererek konuşmasını şöyle sürdürmüştü:
İşte,
kitaplarımdan ikisi… Türkiye için yazdıklarımdan bazıları burada.
Birini 1909′da yazmıştım. Bu ve daha sonraki yazılarımda Türkleri o
kadar övdüm ki, bana Türkofil dediler. O tarihlerde Rusya’da Türklere
karşıt çok insan vardı. Türk dostluğunu daha sonra Türklerin ulusal
savaşında da gösterdim. Dostum General Frunze’yi Rus ordularının
temsilcisi olarak Ankara’ya yolladım. Türkiye’nin bağımsızlık savaşını
çok büyük ilgiyle izledim ve sonuçtan kıvanç duydum.
Bağımsızlığınızı,
bu uğurdaki savaşı büyük önderinizin yönetimine borçlusunuz. Atatürk’ün
büyüklüğü artık dünyaca kanıtlanmış bir gerçektir, öyle bir gerçek ki,
burada yinelenmesinden ben de tat duyuyorum. Türk-Sovyet ilişkileri
içtenliklidir ve böyle kalacaktır. Politik alandaki bu dostluğun ticaret
ve ekonomiye dönüşmesini isteriz.
Troçki o gün Rusya’nın iç durumunu da şöyle anlatıyordu:
Beni
bazıları Sovyet karşıtı zannederler. Tersine, ben Rusya’daki hükümetin
dostuyum. Yalnız şiddet ve baskıyla değil hukuk yollarıyla hükümetin iç
ve dış politikasını değiştirmek istiyoruz. Biz bir parti değiliz, parti
içinde azınlığız. Aramızdaki çekişme Lenin’in ölüm gününden başlıyor. Bu
kişisel değil, fikir ve düşünce çatışmasıdır.
Troçki’nin
Tokatlıyan’daki otel yaşamı da kısa sürdü. İngiliz-Amerikan
gazetelerine yazdığı makalelerden oldukça para kazanmıştı ve sürekli
kendisine daha güvenli bir eve taşınmasını söyleyen Emniyet Müdürü’nün
dediğini yapıp daha güvenli ve rahat bir eve çıkabilirdi. Sonunda Şişli
Bomonti Mahallesi’nde İzzet Paşa Sokak Numara 29’daki mobilyalı bir ev
uygun bulundu ve Troçki 31 Mart’ta yeni yerine taşındı.
Fakat
sorunlar bitmemişti. Mahalle halkı bir anda çevrelerinin polislerle ve
tanımadıkları insanlarla dolmasından rahatsızlık ve korku duyduklarından
kısa süre sonra şikayet yağdırmaya başlarlar. Köşkün, çevredeki evlere
yakın olması nedeniyle ortaya çıkan güvenlik açığı Troçki’yi de huzursuz
etmeye başladığından, korunma yönünden kolaylık sağlayacak çevresi açık
yeni bir ev aranır.
Troçki Büyükada’ya Yerleşiyor
Sonuçta
Büyükada İskelesi’ne oldukça yakın olan Arap İzzet Paşa Yalısı bulundu.
Polis buradan Büyükada’ya gelip gidenleri kolaylıkla denetleyebilir ve
büyük bahçeli evde istediği gibi koruma önlemleri alabilirdi. Troçki
zorunlu olarak çıkacağı bu köşkte 1931 yılına kadar kalacaktı.
Troçki,
burada tam bir çalışma yaşamına girdi. Dışardan getirttiği Troçkist
sekreterlerine durmadan yazılar, dikte ettiriyordu. Bu yazılar Fransa ve
Almanya’da
‘‘Bulletin Oppozitsii-Karşıt Bültenler” adıyla
yayımlanıyordu. Rus halkının bundan haberi olmuyordu ama Komünist
Partisi’nin önde gelenleri arasında sürekli bir tartışma konusuydu
yazdıkları…
Troçki Türkiye’de iken iki de kitap yazmıştı:
Hayatım (1930)
ve 3 ciltlik Rus Devrimi Tarihi (1932).
Troçki bir de tekne almıştı.
Boş zamanlarının çoğunu Yunan balıkçı Haralambos ile birlikte balık
tutarak değerlendiriyordu. Rusya’daki alışkanlıklarından da
vazgeçememişti. Örneğin çayını sıcak olduğu için fincanın tabağına döküp
öyle içmeye devam ediyordu. Köşke bir tane de doğal ıstakoz havuzu
yaptırmıştı.
Yalıda bir gece beklenmedik bir yangın çıktı. Troçki
bunu önce suikast girişimi sanmıştı. Ancak Bayan Troçki’nin unutkanlık
sonucu açık bıraktığı şofbenin yangına neden olduğu sonra anlaşıldı. Ama
Stalin’in yayımlanmasından korktuğu belgeler, fotoğraflar ve
fotokopilerin büyük bir bölümünü kapsayan bir koleksiyon kül olmuştu.
Geçici
olarak Savoy Otel’e yerleştirilen Troçki için yeni bir ev aranmaya
başlanır. Gazetelere verilen ilan sonucunda Moda semtinde Şifa Sokak’ta
Dr. Mahmut Ata’ya ait olan ev kiralanır. Fakat Troçki, Büyükada’da
geçirdiği günleri unutamamaktadır. Üstelik ev hemen sokağın yanıbaşında
olduğundan yine huzursuz geceler başlamıştır. Bir gece bahçeye atlayan
iki kişinin alarm zillerini çalıştırmasıyla Troçki bu evden ayrılmaya
kesin karar verir. Valilik ve Emniyet’in gayretleriyle Büyükada’daki
Yanaros Köşkü Troçki’nin yeni evi olarak kiralanır.
Troçki
Türkiye’de bulunduğu sıralar çok az dışarı çıkmıştı. Bir kez
Ayasofya’yı gezmiş, bir kez de 1932 yılında, Danimarka Sosyal Demokrat
Öğrenciler Birliği’nin çağrılısı olarak Rus Devrimi’nin on beşinci
yıldönümü konulu bir konferans vermek için Kopenhag’a gitmişti. Bu
gezisini, vatansızlara verilen Türk pasaportuyla yapmıştı. Ancak
pasaportunda, “
Türk sınırları dışında başına geleceklerden Türkiye Cumhuriyeti sorumlu değildir”
kaydı vardı. Çünkü Sovyet hükümeti 20 Şubat 1932’de Troçki’yi
vatandaşlıktan çıkartmıştı. 27 Kasım 1932 tarihinde Kopenhag’da yapılan
bu konferans, Troçki’nin tüm sürgün yaşamı boyunca kalabalık bir kitle
önünde yaptığı tek konuşmaydı.
Vatandaşlıktan çıkarıldıktan sonra
İstanbul’daki Rus Konsolosluğu da, Vali’den Troçki’nin artık Rus
vatandaşı olmadığı gerekçesiyle “gösterilen ilginin kaldırılmasını”
istemişti. Ancak İçişleri Bakanlığı bu öneriyi reddetti ve Türk
topraklarından çıkıncaya kadar güvenlik önlemlerini kaldırmayacağını
bildirdi.
Başbakan İnönü’nün Rusya’ya gidişi ve Türk-Sovyet
ilişkilerindeki yeni gelişmeler Troçki’yi iyice kuşkulandırmıştı.
Stalin’in Türkiye’ye baskı yapacağını ve buna Türklerin boyun eğeceğini
düşünüyordu. Bu yüzden Fransa’dan vize istedi. Daladier hükümeti bu kez
isteği kabul etti ama 2 yıl sonra Norveç’e geçmek zorunda kaldı. Orada
da barınamadı. Sonunda Meksika’ya sığındı. Stalinciler tarafından
amansızca izleniyordu.
Son 1940’ın 20 Ağustos’undaydı. O gün Stalinci bir komünist olan İspanyol asıllı Ramon Mercader tarafından Troçki'ye suikast düzenlendi. Öldüğünde 62 yaşındaydı.
Kaynak: serenti.org