6 Ağustos 2012 Pazartesi

Kristal Gece: Yahudi Soykırımının Başlangıcı


Nazilerin muğlak Yahudi karşıtı söylemleri, 1933 başında Nazizmin iktidara gelişi sonrası hızla somutlaşmaya başladı. 1 Nisan günü Yahudi dükkanları bir günlük boykota uğradılar ve 7 Nisan 1933 tarihinde tüm Yahudi memurlar mecburi emekliliğe tabi tutuldular.

1935 yılının Eylül ayında aynı adı taşıyan kentte yapılan Parti Kongresi’nden sonra çıkarıldığı için “Nürnberg Kanunları” olarak adlandırılan kararlarla da Yahudilere yeni baskılar getirildi. Alman vatandaşları “tebaa” ve “Reich vatandaşları” olarak ikiye ayrıldı. Bu kanun çerçevesinde üç yılda bin 500 kararname çıkarılarak Yahudilerin tüm hakları ellerinden alındı. Devletten sonra yayıncılıktan, sanat uygulamalarından, bilim dünyasından ve sosyal hayatın her alanından kovuldular. Birçok şehirde ekmek almaları bile yasaklandı.

Hitler’in iktidara gelişi ile birlikte Nazi Almanya’sında yaşam alanları giderek daralan Yahudilere 1938 yılının Ağustos ayında yeni bir darbe daha vuruldu. Alman hükümeti ülkedeki yabancılarının ikamet izinlerinin iptal edildiğini açıklıyor ve yenilenmesi gerektiğini bildiriyordu. Bu durum, aslen başka ülke kökenli Almanya doğumlu Yahudileri de kapsıyordu. Ne var ki, yenileme yalnızca laftan ibaretti. İkamet izinleri yenilenmeyen ve sayıları 17.000’i bulan Polonya Yahudisi, yük vagonlarına doldurulup Polonya’ya gönderilmiş, fakat Polonya hükümeti bunları kabul etmeyeceğini açıklayıp sınırı kapattığında Almanya-Polonya sınırında çaresiz bir bekleyiş başlamıştı. Naziler yanlarında yalnızca bir valiz almalarına izin vermişlerdi: Şimdi beş parasızdılar; açlık, soğuk ve hastalık gün geçtikçe hepsini bitap düşürüyordu.

Herschel Grynszpan Polonya Yahudisi olan Herschel Grynszpan şanslıydı, çünkü Paris’te amcasının yanında kalıyordu. Fakat ailesi ne yazık ki Herschel kadar şanslı değildi! Naziler Hannover’deki dükkanlarına el koymuş, babası Zindel’le birlikte tüm ailesini bu 17.000 kişi ile birlikte yük vagonlarına doldurup Polonya’ya sürmüştü. Kız kardeşi Berta’nın Polonya sınırında sıkışıp kaldıkları sırada yazdığı mektup kendisine 3 Kasım’da ulaşmıştı. Ablası mektubunda ailesinin durumunu anlatıyordu: “Kimse bize ne olup bittiğini söylemiyor, fakat bunun bir sona gidiş olduğunu anladık. Tek kuruş paramız bile yok. Bize biraz yollayabilir misin?”

Mektup Herschel’i derinden sarsmıştı. Ailesini düşündükçe çıldıracak gibi oluyor, uykuları kaçıyordu. 7 Kasım sabahı bir revolver ile bir kutu kurşun alarak Paris’teki Alman Büyükelçiliği’ne gitti ve büyükelçi ile görüşmek istediğini söyledi. Büyükelçi Kont Johannes von Welczeck meşguldü, ne istediğini anlamak için Üçüncü Katibi Ernst von Rath’ı gönderdi.  Herschel, Rath’ı gördüğünde hiç düşünmeden tetiğe üç kez bastı ve Rath’ı karnından vurdu. İşin acı yanı, kurşunlara hedef olan Rath’ın, Yahudi karşıtı görüşleri benimsememesi nedeniyle Gestapo tarafından uzun süredir izleniyor olmasıydı…

Ernst von Rath aldığı yaralar nedeniyle 9 Kasım’da yaşamını yitirdi. Bu olay, Yahudileri tasfiye etme konusunda kesin çözüm arayan Nazilerin ekmeğine yağ sürdü. Sözde “halkın kendiliğinden tepkisi” ile 8 Kasım akşamı ufaktan başlayan saldırılar, 9-10 Kasım gecesi doruğa ulaşarak günlerce devam etti. Saldırılar sırasında o kadar çok cam kırılmıştı ki, bu olaylı gece tarihe “kırık camlar gecesi” veya “Kristal Gece – Kristallnacht” olarak geçti.

Gestapo Şefinin Talimatı

Saldırıların bir numaralı örgütçüsü SD ve Gestapo şefi Reinhard Heydrich’di. 9-10 Kasım gecesi Sicherheitspolizei (Güvenlik Polisi) ve Sturmabteilung (SA) birliklerine gönderdiği teleks mesajında, gösterilerin devamını örgütlemeleri için parti liderleri ve SS’ler ile bir araya gelmeleri talimatını vermekteydi.
Talimatta ilk olarak, Alman ve Yahudi olmayan yabancıların mallarına zarar gelmemesi konusuna dikkat çekiliyordu. Örneğin, yangınların çevreye yayılma tehlikesi varsa, sinagoglar yakılmayacaktı. Diğer bir maddede, Yahudi mallarının tahrip edileceği, fakat yağma yapılmayacağı bildiriliyordu. Çünkü bunu daha sonra devlet bizzat yapacaktı.
Polise bu kurallara uydukları takdirde göstericilere karışmama emri veriliyor; hapishanelerin zengin Yahudilerle doldurulması, genç ve sağlıklı Yahudiler için de yeni toplama kamplarının hazırlanması bildiriliyordu.
Kristal GeceSaldırılar, 9-10 Kasım gecesinin daha sonraki saatlerinde, sinagogların yakılmasıyla başladı. Kısa sürede, Berlin’deki on bir sinagogun dokuzu ateşler içerisinde kaldı, iki gün içinde, Almanya’daki sinagogların 267’si aynı akıbete uğrayacaktı. Aynı saatlerde, üniformasız çeteler Yahudi işyerlerini tahrip etmeye ve camlarını indirmeye başladılar.
Olayları izleyen Berlin’deki Times muhabiri şöyle yazıyordu:
(İlk saldırılardan sonra) …. tahrip ve yağma öğleden sonra doruğa ulaştı. Kurfürstendamm’da büyük bir kafenin tüm camları kırılmış, şişeler ortaya çıkartılarak her yere atılmaya başlanmıştı. Bu gösterinin katılımcıları Hitler Gençlik Teşkilatı’nın çok genç üyeleriydi. Bunlar tahripler sırasında gördüğüm yegane üniformalılardı… Ve tüm bunlar olup biterken ortada trafik polislerinden başka görevli yoktu.
Güvenlik kuvvetleri daha sonra faaliyete geçerek, dükkanları yıkılan Yahudileri hapishanelere ve kamplara göndermek üzere toplamaya başladı.

Heydrich’in Kristal Gece Raporu

Gestapo şefi Remhard Heydrich, 11 Kasım günü Goering’e verdiği raporda, 815 dükkanın tahrip edildiğini, 171 evin ateşe verildiğini, 119 sinagogun yakıldığını ve 76 sinagogun da tümüyle tahrip edildiğini; ayrıca 20 bin kişinin tutuklandığını ve 36 Yahudi’nin ölü bulunduğunu bildiriyordu.
Bu rapor yalnızca ilk günün bilançosuydu; olaylar duruluncaya kadar tahrip edilen işyeri sayısı kesinlikle 7 bin 500’ü aşacaktı. Ölü sayısı konusunda kaynaklarda, 91 ila 96 arasında değişen rakamlar bulunmaktaydı; toplama kamplarına gönderilmek için tutuklananların sayısı ise 30.000’i aşacaktı. Bir gün sonrasının Bakanlar Kurulu tutanaklarında, Heydrich’in şu sözleri yer alacaktı: “Yahudilerin ekonomik hayatın dışına atılmasından sonra, ana sorun olan Yahudilerin Almanya’dan atılması, henüz devam etmektedir…”
Kristal Gece’nin ardından gerçekleştirilen ve tutanakları sonraki tarihlerde bulunan bir Bakanlar Kurulu toplantısı, bir film sahnesini andırır…
Mareşal Goering toplantıya başkanlık yapmaktadır. Sigorta şirketlerini temsilen toplantıya çağrılan bir zat, sadece kırılan pencere camlarının maliyetinin beş milyon markı bulduğunu ve yükümlülüklerini yerine getirdiği taktirde, tüm sigorta şirketlerinin batacağını söyler. Heyecana kapılan Goering “Bu böyle devam edemez, bunu kaldıramayız” diye bağırır ve Heydrich’e dönerek “Bu kadar çok değeri yok edeceğine, keşke iki yüz Yahudi öldürseydin” diye sitem eder. Goering, bunu Nurnberg Mahkemesi’nde kabul edecek ve fakat “Ciddi değildi, öfke anında söylenmişti” diye savunma yapacaktır.
Bu toplantıda, Yahudilere karşı alınacak diğer tedbirler de görüşülür; Yahudilerin okullara, parklara, tiyatrolara, otellere, plajlara ve hatta Alman ormanlarına alınmaması için bir komisyon da kurulur. Goebbels ormanlar konusunu büyük bir ciddiyetle teklif edince, o sırada neşesini toplamış olan Goering “Ama onları bir ormana alalım, kendilerine benzeyen bazı hayvanlarla, mesela onlar gibi çarpık burnu olan ren geyiğiyle bir araya koyalım ve nasıl alıştıklarına bakalım” gibi espriler bile yapar.
Gerçekten de Alman sigorta şirketlerini batmaktan kurtarmak için Bakanlar Kurulu toplantısının hemen ertesinde gereken önlemler alınır. Kristal Gece’de yaşananların tek sorumlusu Yahudiler olduğuna göre Yahudiler neden oldukları bu yıkım için 1 milyar mark (bugünkü parayla yaklaşık 6 milyar dolar) ödemeliydiler! Ayrıca Alman hükümetine de “Alman halkına verilen zarar” karşılığı 6 milyon Mark manevi tazminat ödeyeceklerdi…
Toplama kampına gönderilmeyi bekleyen Yahudiler
Bu korkunç saldırılar Hitler’in onayı ile Heydrich tarafından örgütlenmiş, parti ve devlet mekanizmalarının genel katılımı ve bazılarının da göz yumması sonucunda gerçekleşmişti; toplu protestoların olmadığı da açıktır.
Her ne kadar 1933-39 arasında, yarısından biraz fazlası toplama kamplarında kalan yaklaşık 300 bin anti-faşist tutuklanmış ve binlercesi öldürülmüşse de, ırkçı politikaların Alman halkının ezici çoğunluğunun onayını aldığı, gerek tarihçilerin gerekse konuyu izleyen diğer kesimlerin kabul ettikleri bir olgudur.
Yahudi karşıtlığı 20. yüzyılın başlarında sadece Almanya’ya özgü bir tutum değildi. Fransa’da Dreyfuss Davası, Yahudi karşıtlığının yükselmesinde önemli bir köşe taşı olmuş ve bu duygular tüm Avrupa’ya yayılmıştı.
Gerçekte kapsamlı bir ideolojileri olmayan ve basit popüler propaganda temalarını kullanarak halkı peşlerine takan Naziler için anti-semitizm, savaş ve krizlerle sağduyusunu tamamen yitirmiş olan Alman halkını yönlendirebilecekleri hazır bir konu olarak önlerine gelmişti. Yahudilerin tasfiyesinden ekonomik çıkarlar elde edilmesi de umuluyordu.
Hans Frank, Nürnberg Mahkemesi’nde “Şeytan Hitler idi, hepimizi yoldan çıkardı” demişti. Fakat Üçüncü Reich’ın yüzü sadece Hitler’in değil, tüm ulusun veya ezici çoğunluğun yüzüydü. Nazi Almanyası’nın önemli araştırmacılarından Joachim Fest, ülkesinin başına gelenleri şu sözlerle anlatmıştı: “Putları yapan yaldızlı boyası olan zanaatkar değil, fakat her zaman ona tapandır”.
Kristal Gece ile birlikte Yahudilerin toplama kamplarında ve gettolarda toplandığı üçüncü büyük aşama başladı. Bu evrede Yahudiler genelde tam tecrit, ambargo ve köle işçilik düzeninin berbat koşulları nedeniyle ölüyorlardı. Kristal Gece bir anlamda Yahudi soykırımının başlangıcıdır. Nihayet 1941’den sonra gaz odaları ve fırınların kullanıldığı dördüncü kitlesel imha aşamasına geçildi.
Bu arada ilave edilmesi gereken bir başka husus da yaklaşık beş milyon Yahudi olmayan Avrupalının da imha edildiğidir ki, bunlar arasında her ülkeden direnişçiler, entelektüeller, solcular, Çingeneler, Doğu Avrupa halklarının bir bölümü ve daha birçok unsur bulunmaktaydı.
Bu süreçte Yahudilerin talihsizliklerinden birisi de hiçbir ülkenin kendilerini almaya yanaşmaması ve hatta sahip çıkmamasıydı. Verilen en sert tepki, Kristal Gece’nin ardından ABD’nin Berlin’deki büyükelçisini geri çekmesiydi, o kadar…
Bunda anti-semitizmin yaygınlığı, Almanya’nın baskısı, İngiltere’nin hesapları ve daha birçok faktör bulunmaktaydı.
Çok azı Avrupa’dan dışarı çıkabildi ve yine çok azı Araplar ile Yahudiler arasındaki dengeleri bozmak istemeyen İngilizleri aşıp Filistin’e ulaşabildi. Bir kısmı aylarca gemilerde kalıp ya torpillendi ya da çaresiz indirildikleri limanlardan tekrar yük vagonlarıyla gaz odalarına gönderildi. ABD ve İngiltere’nin katliamları bildikleri kesin olmakla birlikte, buna karşı ne yaptıkları, daha doğrusu ne yapamadıkları veya niçin yapmadıkları henüz yeterince tartışılmış ve aydınlanmış bir tarih konusu değildir. Esasen Anglosaksonlar ile İsrail arasında savaştan sonra gelişen ilişkilerin iklimi de bu konunun öne çıkartılmasına engeldir.


Kaynak: serenti.org

Hiç yorum yok: