1 Mayıs 2013 Çarşamba

1 Mayıs İşçi Bayramı’nın Tarihçesi


1 Mayıs İşçi Bayramı; her türlü ayrımcılığa, sömürüye ve baskıya karşı işçilerin bütün dünyada isteklerini dile getirdikleri, neredeyse tüm dünya ülkeleri tarafından ortak olarak kutlanılan tek bayramdır. İşçi dayanışması ve insan emeğinin sömürülmesine karşı çıkmak açısından 1 Mayıs asla unutulması, vazgeçilmemesi gereken bir gündür. 1 Mayıs bir ihtilal günü değildir, yalnızca komünistlere özgü bir gün de değildir. Yakıp yıkma, yağma, vurma ya da kargaşa yaratma günü hiç değildir. 

Peki 1 Mayıs nedir? 1 Mayıs’ın tarihçesi nedir, 1 Mayıs neden işçi bayramıdır?

Kapitalizmin tarihi aynı zamanda insan emeğinin hangi uç noktalara kadar sömürülebileceğinin de tarihidir. Özellikle Sanayi Devrimi’nin ardından hız kazanan kapitalist sömürü düzeni, işçileri günde 16 saatten fazla çalışmaya zorluyor; burjuvanın üretim maliyetini düşürmek için işçilere emeğinin çok altında ücret ödemesi ve kadın-çocuk işçilerin ağır işlerde çalıştırılması gibi faktörler sömürünün boyutunu had safhaya taşıyordu. Şirketler bu sayede eşi görülmemiş büyüme oranlarına ulaşırken işçileri ise işyeri güvenliği, sağlık koşulları, örgütlenme ve grev gibi en temel hakları bile kendilerine vermeyen siyasi ve hukuki sistem beklemektedir. Mutlu, güçlü ve sömüren bir azınlığın karşısında mutsuz, umutsuz ve emeği sömürülen milyonlar oluşmuştur.

Emekçiler bu sömürü düzeninin farkına varıp az-çok bir “bilinç” düzeyine ulaştıkları andan itibaren sömürüye karşı seslerini yükseltmeye başladılar. İşçi sınıfının bu sömürü düzenine son vermek ve normal işgünü için verdiği mücadele 19. yüzyılda doruğa ulaştı; birçok ülkede ilk olarak çocukların ve ardından yetişkinlerin çalışma saatlerini sınırlandıran yasalar çıkmaya başladı. 19. yüzyılın ortalarında tüm dünya emekçilerin ortak istekleri, çalışma saatlerinin günde 8 saat olarak sınırlandırılması durumuna gelmişti.

Avustralya’nın Melbourne kentindeki taş ve inşaat işçilerinin, 1856 yılında 8 saatlik iş günü için kent üniversitesinden Parlamento Evi’ne kadar yürümesi bu isteği dile getiren ilk gösteriydi. ADB’nin Baltimore kentinde 6 Ağustos 1866’da toplanan Genel İş Kongresi ise işçilerin bu isteklerini tüm dünyaya duyuran ilk bildiriyi kaleme alıyordu:
Bugünün ilk ve en büyük zorunluluğu, bütün Amerika Birleşik Devletleri’nde, sekiz saatlik çalışmayı, normal işgünü kabul eden bir yasayı yürürlüğe koyarak, bu ülkenin emeğini kapitalist kölelikten kurtarmaktır. Bu şanlı sonuca erişene dek bütün gücümüzle çalışmaya kararlıyız.
İşçiler bu haklı mücadelelerinin ilk meyvesini 25 Haziran 1868’de aldı. ABD Kongresi bu tarihte tüm kamu kurumlarında çalışanların günlük çalışma saatlerini 8 saate indiren bir yasayı kabul etti.

Şimdi sıra 8 saatlik işgücünü özel sektöre de kabul ettirmeye gelmişti. 1874 yılında on binlerce işçi New York’un Tomkins alanında toplanıp sekiz saatlik işgücünün yasalaşmasını isteyen bir miting düzenlediler ama işverenlere bu isteklerini kabul ettiremediler, aldıkları kararları uygulatma olanağı bulamadılar. Fakat ok artık yaydan çıkmıştı. Bu mitingi 1877 yılında kömür işçileri günlük çalışma saatlerinin 8 saatle sınırlandırılmasını isteyen öfkeli çıkışları izledi. Bunu yine aynı yıl ABD tarihinin o güne kadar gördüğü en büyük grev izledi. Baltimore ve Ohio demiryolu şirketinin krizi gerekçe göstererek işçilerin ücretlerinde % 10 kesinti yapılacağını açıklaması nedeniyle binlerce işçi greve çıktı. ABD medyasının o dönem ne derce sermayenin yanında olduğunun anlaşılması için, Chicago Tribune gazetesinin greve giden işçilere karşı el bombası kullanılmasını önermesi ya da New York Tribune’nin “Onlara birkaç gün silah diyeti verin bakalım, o tür ekmek hoşlarına gidecek mi?” yazması yeterli bir örnek olacaktır. Ne var ki işçilerin örgütlü bir yapıya sahip olmaması ve uzun süre direnmeyi başaracak olanaklara sahip olmamaları nedeniyle tüm bu mücadelelerden somut bir sonuç almak mümkün olmadı. Oysa sermaye sahipleri, işçileri sömürmek için çoktan birlik olmuşlardı. Daha o dönemlerde burjuva sözcüleri şöyle diyordu: “Unutulmamalıdır ki, düşük ücretle çalışmak isteyen kitleleri bir avuç anarşist-komünistin engellemeye hakkı yoktur. Ezileceklerdir. Ülkede devletin kanunları yürürlüğe girecektir.

Kısacası sözde kanunları uygulamak gerekçesiyle, ucuz emek sömürüsüne karşı çıkanların, işçi haklarını savunanların ortadan kaldırılacağı tehdidinde bulunup gözdağı veriyorlardı.

Gökdelen Tepesinde Öğle Yemeği

1886 yılının 1 Mayıs Pazar günü, İşçi Bayramı’nın tarihçesinde bir dönüm noktası oldu. Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun önderliğinde sayıları neredeyse 400.000’i bulan emekçiler,  günlük çalışma süresinin 8 saate indirilmesi talebiyle ABD genelinde iş bıraktılar. Katılım öylesine büyüktür ki, 80.000 işçinin grevlere katıldığı Şikago kentinin yerel gazetesi o günü “Fabrikaların bacalarından hiç duman tütmüyordu. Her şey Sebt Günü’nü (Musevilerin çalışmadıkları Cumartesi günü) andıran bir görünümdeydi” diye betimlemektedir. Fakat işverenin tepkisi daha önce olduğu gibidir. Örneğin McCormick Harvester fabrikasının patronu, greve katılan 1.400 işçiyi işten çıkartıp yerlerine grev kırıcı işçileri alır.

McCormick Harvester fabrikasının işçi kıyımını ve işçileri birbirine düşürme girişimini protesto etmek isteyen işçiler 3 Mayıs tarihinde toplanarak fabrikaya yürürler. Fakat fabrikaya giden yollar hem polis hem de işverenin kiraladığı Pinkertonlar (1850 yılında Allan Pinkerton tarafından kurulan özel bir ABD güvenlik şirketi)  tarafından çoktan kesilmiştir. Polisin açtığı ateş sonucu altı işçi yaşamını yitirir.

1 Mayıs Neden İşçi Bayramı Oldu?

Bu saldırıyı protesto etmek için ertesi gün Haymarket Alanı’nda düzenlenen miting çok daha kanlı oldu. Mitingin sonlarına doğru nereden atıldığı belli olmayan bir el bombası polislerin tam ortasına düştü. Polisin karşı saldırısı acımasız ve hedef gözetmetsizin gerçekleşti. Emniyet Müdürü John Bonfield’ın bizzat yönettiği saldırıda işçilerin üzerine kurşun yağdırıldı. Fakat açılan ateş rastgele olduğu için 10 işçinin yanısıra 6 polis de yaşamını yitirdi, yüzlerce işçi yaralandı. Yüzlerce işçi kanıt olmaksızın ve asılsız suçlamalarla tutuklandı.

Tutuklananlar arasından 8’si kurban seçildi ve yargılamaya 21 Haziran 1866’da Cooke Country Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Daha en başından mahkemenin düzmece olduğu belliydi. Öyle ki jüri üyeliği için seçilenler iş adamlarından, onların emrindeki işçilerden hatta Haydmarket Olayı’nda ölen polislerden birinin yakınından oluşuyordu. Üstelik jüri üyeleri kura ile belirlenmemiş, bizzat mahkeme tarafından seçilmişti.

Bu sekiz insanın inançları ve sendikal faaliyetleri nedeniyle yargılandıkları ve kapitalist sömürüye karşı çıkacak diğerlerine gözdağı verilmesi için cezalandırılacakları Savcı Grinnell’in kapanış konuşmasından da belli oluyordu:
Yasalar yargılanıyor. Anarşi yargılanıyor. Bu adamlar seçildiler, Büyük Jüri’nin önüne getirildiler ve önder oldukları için suçlandılar. Kendilerini takip eden binlercesinden daha fazla suçlu değiller. Jürinin saygıdeğer insanları! Bu insanları mahkum edin, onları örnek yapın. Onları asın ki, kurumlarımızı ve toplumumuzu kurtarın.
Böyle diyordu savcı. Tüm mahkeme boyunca kanıt sunamamıştı ama diğerlerine gözdağı olması için asılmalarını istiyordu…

Mahkeme sonunda sekiz kişiden yedisi; Albert Parsons, August Spies, Louis Lingg, Michael Schwab, George Engel, Samuel Fielden ve Adolph Fischer Haymarket olayı nedeniyle idam cezasına, Oscar Neebe ise 15 yıl ağır hapis cezası çarptırıldı. Serbest bırakılmaları için ülke çapında düzenlenen gösteriler nedeniyle Michael Schwab ve Samuel Fielden’ın cezası daha sonra müebbet hapse çevrildi. Ölüm cezasına çarptırılanlardan Louis Lingg celladın ipi boynuna geçirmesini beklemedi ve idamdan bir gün önce intihar etti. Parsons, Engel, Spies ve Fischer ise 21 Kasım 1887’de idam edildi. Parsons asılmadan önce, yaşananlardan dolayı özür dilemesi halinde cezasının hafifleyeceğini söylenenlere inat tarihe geçecek sözlerini haykırıyordu: “Bütün dünya benim suçsuz olduğumu biliyor. Asılacaksam bu cani olduğum için değil, emekçi olduğum içindir…

Amerikan İşçi Federasyonu AFL ve CGT, 8 saatlik işgünü yasalaşıncaya kadar 1890 yılından itibaren her yıl 1 Mayıs’ta gösteri düzenlenmesi kararı aldı. 1889’da Paris’te toplanan II. Enternasyonal’de öne çıkan konu da sekiz saatlik işgünün kabul ettirilmesiydi.  Bu toplantıda Amerikan işçi sınıfının temsilcileri kendileri tarafından 1 Mayıs 1890′da 8 saatlik işgünü yasalaşıncaya kadar grev yapılması yolunda aldıkları karara dikkat çekti. Bordeaux’lu işçi temsilcisi Lavigne’in tüm ülkelerde ortak bir iş bırakma günü belirlenmesini teklifi ile Kongre bu tarihten itibaren 1 Mayıs’ın tüm dünyada İşçi Bayramı olarak kutlanmasına karar verdi. 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olarak benimsenmesinin nedeni hem 1866′da yaşananları hiçbir zaman unutturmamak, hem de işçilerin hakları için korkusuzca yaşamlarını feda eden kahramanların adlarını onurlandırmaktır.

1 Mayıs günümüzde tüm dünyada işçilerin dayanışma içinde adaletli bir dünyaya kavuşma isteğini dile getirdiği ve sekiz saatlik işgücü için yapılan mücadelenin kahramanlarına saygı gösterdikleri evrensel bir gündür.


Kaynak: serenti.org


Hiç yorum yok: