1 Mayıs İşçi Bayramı;
her türlü ayrımcılığa, sömürüye ve baskıya karşı işçilerin bütün
dünyada isteklerini dile getirdikleri, neredeyse tüm dünya ülkeleri
tarafından ortak olarak kutlanılan tek bayramdır. İşçi dayanışması ve
insan emeğinin sömürülmesine karşı çıkmak açısından 1 Mayıs asla
unutulması, vazgeçilmemesi gereken bir gündür. 1 Mayıs bir ihtilal günü
değildir, yalnızca komünistlere özgü bir gün de değildir. Yakıp yıkma,
yağma, vurma ya da kargaşa yaratma günü hiç değildir.
Peki 1 Mayıs
nedir? 1 Mayıs’ın tarihçesi nedir, 1 Mayıs neden işçi bayramıdır?
Kapitalizmin
tarihi aynı zamanda insan emeğinin hangi uç noktalara kadar
sömürülebileceğinin de tarihidir. Özellikle Sanayi Devrimi’nin ardından
hız kazanan kapitalist sömürü düzeni, işçileri günde 16 saatten fazla
çalışmaya zorluyor; burjuvanın üretim maliyetini düşürmek için işçilere
emeğinin çok altında ücret ödemesi ve kadın-çocuk işçilerin ağır işlerde
çalıştırılması gibi faktörler sömürünün boyutunu had safhaya taşıyordu.
Şirketler bu sayede eşi
görülmemiş büyüme oranlarına ulaşırken işçileri ise işyeri güvenliği,
sağlık koşulları, örgütlenme ve grev gibi en temel hakları bile
kendilerine vermeyen siyasi ve hukuki sistem beklemektedir. Mutlu, güçlü
ve sömüren bir azınlığın karşısında mutsuz, umutsuz ve emeği sömürülen
milyonlar oluşmuştur.
Emekçiler
bu sömürü düzeninin farkına varıp az-çok bir “bilinç” düzeyine
ulaştıkları andan itibaren sömürüye karşı seslerini yükseltmeye
başladılar. İşçi sınıfının bu sömürü düzenine son vermek ve normal
işgünü için verdiği mücadele 19. yüzyılda doruğa ulaştı; birçok ülkede
ilk olarak çocukların ve ardından yetişkinlerin çalışma saatlerini
sınırlandıran yasalar çıkmaya başladı. 19. yüzyılın ortalarında tüm
dünya emekçilerin ortak istekleri, çalışma saatlerinin günde 8 saat
olarak sınırlandırılması durumuna gelmişti.
Avustralya’nın
Melbourne kentindeki taş ve inşaat işçilerinin, 1856 yılında 8 saatlik
iş günü için kent üniversitesinden Parlamento Evi’ne kadar yürümesi bu
isteği dile getiren ilk gösteriydi. ADB’nin Baltimore kentinde 6 Ağustos
1866’da toplanan Genel İş Kongresi ise işçilerin bu isteklerini tüm
dünyaya duyuran ilk bildiriyi kaleme alıyordu:
Bugünün ilk ve en büyük zorunluluğu, bütün Amerika Birleşik Devletleri’nde, sekiz saatlik çalışmayı, normal işgünü kabul eden bir yasayı yürürlüğe koyarak, bu ülkenin emeğini kapitalist kölelikten kurtarmaktır. Bu şanlı sonuca erişene dek bütün gücümüzle çalışmaya kararlıyız.
İşçiler
bu haklı mücadelelerinin ilk meyvesini 25 Haziran 1868’de aldı. ABD
Kongresi bu tarihte tüm kamu kurumlarında çalışanların günlük çalışma
saatlerini 8 saate indiren bir yasayı kabul etti.
Şimdi
sıra 8 saatlik işgücünü özel sektöre de kabul ettirmeye gelmişti. 1874
yılında on binlerce işçi New York’un Tomkins alanında toplanıp sekiz
saatlik işgücünün yasalaşmasını isteyen bir miting düzenlediler ama
işverenlere bu isteklerini kabul ettiremediler, aldıkları kararları
uygulatma olanağı bulamadılar. Fakat ok artık yaydan çıkmıştı. Bu
mitingi 1877 yılında kömür işçileri günlük çalışma saatlerinin 8 saatle
sınırlandırılmasını isteyen öfkeli çıkışları izledi. Bunu yine aynı yıl
ABD tarihinin o güne kadar gördüğü en büyük grev izledi. Baltimore ve
Ohio demiryolu şirketinin krizi gerekçe göstererek işçilerin
ücretlerinde % 10 kesinti yapılacağını açıklaması nedeniyle binlerce
işçi greve çıktı. ABD medyasının o dönem ne derce sermayenin yanında
olduğunun anlaşılması için, Chicago Tribune gazetesinin greve giden işçilere karşı el bombası kullanılmasını önermesi ya da New York Tribune’nin “Onlara birkaç gün silah diyeti verin bakalım, o tür ekmek hoşlarına gidecek mi?”
yazması yeterli bir örnek olacaktır. Ne var ki işçilerin örgütlü bir
yapıya sahip olmaması ve uzun süre direnmeyi başaracak olanaklara sahip
olmamaları nedeniyle tüm bu mücadelelerden somut bir sonuç almak mümkün
olmadı. Oysa sermaye sahipleri, işçileri sömürmek için çoktan birlik
olmuşlardı. Daha o dönemlerde burjuva sözcüleri şöyle diyordu: “Unutulmamalıdır
ki, düşük ücretle çalışmak isteyen kitleleri bir avuç
anarşist-komünistin engellemeye hakkı yoktur. Ezileceklerdir. Ülkede
devletin kanunları yürürlüğe girecektir.”
Kısacası
sözde kanunları uygulamak gerekçesiyle, ucuz emek sömürüsüne karşı
çıkanların, işçi haklarını savunanların ortadan kaldırılacağı tehdidinde
bulunup gözdağı veriyorlardı.
1886
yılının 1 Mayıs Pazar günü, İşçi Bayramı’nın tarihçesinde bir dönüm
noktası oldu. Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun önderliğinde
sayıları neredeyse 400.000’i bulan emekçiler, günlük çalışma süresinin 8
saate indirilmesi talebiyle ABD genelinde iş bıraktılar. Katılım
öylesine büyüktür ki, 80.000 işçinin grevlere katıldığı Şikago kentinin
yerel gazetesi o günü “Fabrikaların
bacalarından hiç duman tütmüyordu. Her şey Sebt Günü’nü (Musevilerin
çalışmadıkları Cumartesi günü) andıran bir görünümdeydi” diye
betimlemektedir. Fakat işverenin tepkisi daha önce olduğu gibidir.
Örneğin McCormick Harvester fabrikasının patronu, greve katılan 1.400
işçiyi işten çıkartıp yerlerine grev kırıcı işçileri alır.
McCormick
Harvester fabrikasının işçi kıyımını ve işçileri birbirine düşürme
girişimini protesto etmek isteyen işçiler 3 Mayıs tarihinde toplanarak
fabrikaya yürürler. Fakat fabrikaya giden yollar hem polis hem de
işverenin kiraladığı Pinkertonlar (1850 yılında Allan
Pinkerton tarafından kurulan özel bir ABD güvenlik şirketi) tarafından
çoktan kesilmiştir. Polisin açtığı ateş sonucu altı işçi yaşamını
yitirir.
1 Mayıs Neden İşçi Bayramı Oldu?
Bu saldırıyı protesto etmek için ertesi gün Haymarket
Alanı’nda düzenlenen miting çok daha kanlı oldu. Mitingin sonlarına
doğru nereden atıldığı belli olmayan bir el bombası polislerin tam
ortasına düştü. Polisin karşı saldırısı acımasız ve hedef gözetmetsizin
gerçekleşti. Emniyet Müdürü John Bonfield’ın bizzat yönettiği saldırıda
işçilerin üzerine kurşun yağdırıldı. Fakat açılan ateş rastgele olduğu
için 10 işçinin yanısıra 6 polis de yaşamını yitirdi, yüzlerce işçi
yaralandı. Yüzlerce işçi kanıt olmaksızın ve asılsız suçlamalarla
tutuklandı.
Tutuklananlar
arasından 8’si kurban seçildi ve yargılamaya 21 Haziran 1866’da Cooke
Country Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Daha en başından mahkemenin
düzmece olduğu belliydi. Öyle ki jüri üyeliği için seçilenler iş
adamlarından, onların emrindeki işçilerden hatta Haydmarket Olayı’nda
ölen polislerden birinin yakınından oluşuyordu. Üstelik jüri üyeleri
kura ile belirlenmemiş, bizzat mahkeme tarafından seçilmişti.
Bu
sekiz insanın inançları ve sendikal faaliyetleri nedeniyle
yargılandıkları ve kapitalist sömürüye karşı çıkacak diğerlerine gözdağı
verilmesi için cezalandırılacakları Savcı Grinnell’in kapanış
konuşmasından da belli oluyordu:
Yasalar yargılanıyor. Anarşi yargılanıyor. Bu adamlar seçildiler, Büyük Jüri’nin önüne getirildiler ve önder oldukları için suçlandılar. Kendilerini takip eden binlercesinden daha fazla suçlu değiller. Jürinin saygıdeğer insanları! Bu insanları mahkum edin, onları örnek yapın. Onları asın ki, kurumlarımızı ve toplumumuzu kurtarın.
Böyle diyordu savcı. Tüm mahkeme boyunca kanıt sunamamıştı ama diğerlerine gözdağı olması için asılmalarını istiyordu…
Mahkeme
sonunda sekiz kişiden yedisi; Albert Parsons, August Spies, Louis
Lingg, Michael Schwab, George Engel, Samuel Fielden ve Adolph Fischer
Haymarket olayı nedeniyle idam cezasına, Oscar Neebe ise 15 yıl ağır
hapis cezası çarptırıldı. Serbest bırakılmaları için ülke çapında
düzenlenen gösteriler nedeniyle Michael Schwab ve Samuel Fielden’ın
cezası daha sonra müebbet hapse çevrildi. Ölüm cezasına
çarptırılanlardan Louis Lingg celladın ipi boynuna geçirmesini beklemedi
ve idamdan bir gün önce intihar etti. Parsons, Engel, Spies ve Fischer
ise 21 Kasım 1887’de idam edildi. Parsons asılmadan önce, yaşananlardan
dolayı özür dilemesi halinde cezasının hafifleyeceğini söylenenlere inat
tarihe geçecek sözlerini haykırıyordu: “Bütün dünya benim suçsuz olduğumu biliyor. Asılacaksam bu cani olduğum için değil, emekçi olduğum içindir…”
Amerikan
İşçi Federasyonu AFL ve CGT, 8 saatlik işgünü yasalaşıncaya kadar 1890
yılından itibaren her yıl 1 Mayıs’ta gösteri düzenlenmesi kararı aldı.
1889’da Paris’te toplanan II. Enternasyonal’de öne
çıkan konu da sekiz saatlik işgünün kabul ettirilmesiydi. Bu toplantıda
Amerikan işçi sınıfının temsilcileri kendileri tarafından 1 Mayıs
1890′da 8 saatlik işgünü yasalaşıncaya kadar grev yapılması yolunda
aldıkları karara dikkat çekti. Bordeaux’lu işçi temsilcisi Lavigne’in
tüm ülkelerde ortak bir iş bırakma günü belirlenmesini teklifi ile
Kongre bu tarihten itibaren 1 Mayıs’ın tüm dünyada İşçi Bayramı olarak
kutlanmasına karar verdi. 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olarak benimsenmesinin
nedeni hem 1866′da yaşananları hiçbir zaman unutturmamak, hem
de işçilerin hakları için korkusuzca yaşamlarını feda eden kahramanların
adlarını onurlandırmaktır.
1
Mayıs günümüzde tüm dünyada işçilerin dayanışma içinde adaletli bir
dünyaya kavuşma isteğini dile getirdiği ve sekiz saatlik işgücü için
yapılan mücadelenin kahramanlarına saygı gösterdikleri evrensel bir
gündür.
Kaynak: serenti.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder