19 Temmuz 2012 Perşembe

Grafomani: Deli Gibi Yazmak İstiyorum

İçinizde bastıramadığınız bir yazma arzusu mu var? Yazdıklarınızı mutlaka başkaları ile paylaşmanız gerektiğine mi inanıyorsunuz? Durumunuz hiç de iç açıcı görünmüyor. Hatta Milan Kundera’ya bakarsanız, vahim bir ‘hastalığa’ yakalanmış olma olasılığınız çok yüksek.

Birkaç hafta önce “Sayın Beyefendi” diye başlayan bir mektup aldım; yanına daktiloda yazılmış bir metin iliştirilmişti, “İki kitabınızı beğenerek okudum ve sizin de benim yazdığım bir romanı okumak isteyebileceğinizi düşündüm. Kitabım için henüz bir yayıncı bulamadım, ama umarım yakında bulurum; belki de sizin yardımınızla! Kitabım, İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Burma’da geçen çocukluk dönemimle ilgili.”

Böyle bir ricayla ilk kez karşılaşmıyordum. Kitap yayımlayan herkes, aynı şeyi yapmak isteyen kimselerden cesaret ya da öğüt talep eden çok sayıda mektup alır. Görünen o ki, hepimiz, içimizde bir roman saklamakla kalmıyor, önemli bir bölümümüz de bu eseri Waterstones Yayınevi’nin tezgâhında görmek için gerçekten uğraşıyoruz.

Milan Kundera’ya göre bunun nedeni bir hastalık; ‘deneyimlerimizi ve düşüncelerimizi yazmak ve bunları mümkün olduğu kadar çok insanla çılgınca paylaşmak için manik bir arzu duyma hali’ diye tanımladığı, ‘grafomani’ çağında yaşıyor olmamız. Kundera şöyle açıklıyor: “Bir kadın sevgilisine günde dört kere mektup yazıyorsa grafoman değildir. Âşıktır. Fakat ileride bir gün yayımlamak için her birinin fotokopisini alıyorsa grafomandır.”

Kundera, hangi toplumda şu üç koşul oluşursa, orada grafomaninin salgın halini aldığını söylüyor.
1. koşul; toplumun, onu oluşturan bireylerin hayatta kalmanın dışında kendilerini başka görevlere de adamalarına izin verecek yeterli refah düzeyine ulaşması. 
2. koşul; boşanma, çekirdek ailenin çöküşü, sevgili bulma sıkıntısı gibi sorunların neden olduğu yüksek derecede toplumsal atomizasyonun olması ve sonuç olarak da bireylerin soyutlanması. (“Kitap yazarız; çünkü çocuklarımız bizimle ilgilenmez. Kendimizi anonim bir dünyaya yönlendiririz; çünkü eşimiz bizi dinlerken kulaklarını tıkar.”) 
3. koşul; bir ulusun, kendi içinde dramatik toplumsal değişikliklerin yaşanmaması, yani savaşların veya devrimlerin olmaması. Kundera, ‘neredeyse hiçbir şeyin yaşanmadığı’ Fransa’daki yazarların yüzdesinin, İsrail’e göre 21 kat daha fazla olduğunu belirtiyor.

Yaratıcı yazı derslerinin sayısına göre karara varmak gerekirse, bizim toplumumuz, derin bir grafomani hastalığının pençesinde. Bu, zararsız görünse de Kundera, grafomanlarda ortaya çıkan kısmen tehlikeli bir yan etkiye işaret ediyor: Sürekli yazmak isteyen insanlar, başkalarını dinleme konusunda çok kötü olma eğilimindeler. Kitap yazmayı isteyenler, böyle edebi tutkuları olmayan kimselerin okuduğu kitap sayısının yarısı kadarını bile okumuyor. Kundera için grafomani, dünyaya duyulan merak yüzünden değil de, insanların kendilerini görünmez, güçsüz hissetmeleri ve sayfalarda bırakacakları izler aracılığıyla varlıklarını ortaya koymak istemeleri nedeniyle artıyor. İronik olan ise; genel soyutlanma hali, grafomaniyi doğuruyor, ama giderek yayılan grafomani, yoğunlaşan ve kötüleşen bir soyutlanmaya dönüyor.

Kundera’nın, karanlık, fakat etkileyici analizine göre, matbaanın icadı, başlarda insanların birbirini anlamasına imkân sağlarken, gitgide bizim arkadaşlarımızı dinlememizi önler hale geldi. Bir roman veya köşe yazısı yazmak için her şeyi göze alan biri, maalesef sizinle çok fazla ilgilenmiyor. 


Kaynak: Tempo Dergisi - Alain De Botton

Hiç yorum yok: