23 Nisan 2013 Salı
21 Nisan 2013 Pazar
Fazıl Say'ın Tweetleri ve Doğru Sandığınız Yedi Yanlış
İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi'nin Fazıl Say'ı sosyal paylaşım sitesi twitterda attığı ve yönlendirdiği mesajlar nedeniyle Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesinin 3. fıkrası gereğince 10 ay hapis cezasına çarptırması, bir çok konuda olduğu gibi ülkeyi ikiye böldü.
Ana muhalefet partisi lideri[1] dahil karara karşı çıkanlar, dava konusu ifadelerin ifade özgürlüğünden yararlanması gerektiğini söylerken, muhafazakar yazarlar ve hükümet sözcüleri kararın doğru olduğunu çeşitli vesilelerle belirttiler.
Bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla; Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik[2], Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç[3], Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu[4] ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Sözcüsü Hüseyin Çelik[5] şüpheye yer bırakmayacak şekilde kararın doğru olduğu konusunda beyan verdiler.
Bu kadar çok sayıda hükümet yetkilisinin bir mahkeme kararı hakkında taraf olmasının sakıncalarını bir yana bırakarak, bu yetkililerin dini değerlere hakaret ile ilgili söylediklerini değerlendirmeye çalışacağız.
Çünkü hem bu yetkililer, hem de bu görüşe katılan çok sayıda muhafazakar yazar ve düşünür, yasaklamanın insan hakları hukukunun bir gereği olduğunu, Dünyanın her yerinde konuya benzer tepkiler verileceğini ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının da bu yönde olduğunu ileri sürdüler.
Bu yazıda, dağınık bir dilde ve insanları saygıya davet ederken bununla tezat içerecek şekilde yer yer Say'ı küçümseyen[6] bir şekilde ifade edilen ve hemen hepsi de yanlış bilgiye dayanan bu görüşleri analiz etmeye çalışacağız.
Daha Mahkemenin gerekçeli kararı açıklanmadan yukarıda sayılan tüm hükümet yetkilileri, Say'ın ateist olduğu ve dini eleştirdiği için değil hakaret ettiği için mahkum olduğunu ilan ettiler. Oysa, kararın açıklandığı gün Mahkeme sadece eylemin "216/3'e uygun olduğunu" belirtmiş, hangi ifadenin neden suç olduğunu açıklamamıştı.
Karar açıklandığında, tek bir tweetin değil tweetlerin tümünün içinden bir anlam çıkarılmaya çalışıldığı görüldü. Doğru, karar sadece Hayyam şiirinin retweetlenmesi üzerine verilmemişti ama gerekçe okunduğunda çok net görülebilen bir şey daha vardı: Say, inananların haklarını ihlal ettiği için değil dinin kutsal saydığı değerleri aşağıladığı için ceza aldı. Gerekçeli karardaki bir kaç ifade bunu net bir şekilde gösteriyor:
“İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerince kutsal sayılan cennet, cehennem, tanrı uğruna ölmek, huri ve Allahçı sözlerine belirtilen mesaj içeriklerinde yer verilmiştir.
''Bu dinlerce önem addedilen değerlerin hafife alındığı, aşağılandığı, cennet ve cehennemde alkollü içecek olarak bilinen rakı ve chivasregal varlığı ve yokluğuna vurgu yapılarak hafife alındığı, alay edildiği anlaşılmıştır.”
“Kutsal dinlerce varlığı kabul edilen cenneti meyhane ve kerhaneye benzeterek alay ve tahkir edildiği, akşam ezanının hızlı okunmasıyla alay edilerek hızlı okunmasının sebebini bekleyen rakı masasına veya bir sevgiliye vurgu yapıldığı, Allah uğruna ölmenin semavi dinlerce kutsal sayıldığı, hayvanlaşma tabiri ile birlikte anılarak ve benzetilerek söz konusu değerlerin aşağılandığı anlaşılmıştır.”
‘Irmaklardan şaraplar akacak’ ile başlayan mesajdaki sözlerin Ömer Hayyam’dan alıntı olduğu iddiasının tartışılması gerektiği ifade edilen kararda, bu sözlerin Hayyam’a ait olup olmadığının tartışmalı olduğu belirtildi. Hayyam’a ait olsa dahi söyleniş şekli, diğer mesajların birlikte değerlendirildiğinde hafife alma ve alay etme kastı ile hareket edildiğinin açık olduğu kaydedildi.[7]
Bu husus, gözardı edilmemesi gereken önemli bir ayrıntı. Çünkü aşağıda belirtileceği gibi insan hakları hukuku başkalarının hak ve özgürlükleri nedeniyle ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına bazı koşullarda izin verirken, dinin korunmasına yönelik bir sınırlandırma nedenini kabul etmiyor.
Örneğin Kültür ve Turizm Bakanı Çelik, “Makul düşünen hiç kimse o sözlerin ifade özgürlüğü sınırları içinde olduğunu savunamaz” diyor.
Ben yeterince makul olduğumu ve bu ifadenin ifade özgürlüğü sınırları içinde olduğunu söyleyeceğim.
Bir davranışın ifade özgürlüğü kapsamında olmadığını söylemekle, sınırlandırılabilir bir ifade olduğunu söylemek arasında önemli bir fark vardır.
İlk tür ifade, kapsam dışında olduğu için inceleme konusu edilmeden reddedilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM), az sayıda başvuruyu bu kapsamda görmüş ve hakları kötüye kullanma yasağını düzenleyen 17.maddeyi uygulayarak incelemeyi reddetmiştir.
17. maddenin uygulanması için ifadenin Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya bunların Sözleşme’de öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde sınırlandırılmalarını amaçlayan bir etkinlik niteliğinde olması gerekir. Dini değerlerin söz konusu olduğu Norwood/Birleşik Krallık ve Hizb Ut-Tahrir ve Diğerleri/Almanya[8] kararlarından anlaşılabileceği gibi
Fazıl Say'ın tweetleri, bu nitelikleri taşıyan bir ifade olmadığı için kapsam dışında da değildir.
Örneğin, bu vakaların ilkinde, başvurucunun bütün Müslümanların 11 Eylül terör eylemlerinden sorumlu olduğu ve Britanya'dan çıkarılması gerektiğini istediği düşünüldüğü için ifadesinin korunamayacağı kabul edilmiştir. Say'ın ifadelerinden böyle bir sonuç çıkarılması güçtür.
Kapsam içindeki ifadelerin sınırlandırılabilir olup olmadığı ise ayrıca incelenmelidir. Bu nedenle, mahkemelerden beklenen önce ortada bir ifade olup olmadığının saptanması, eğer ifade varsa bunun sınırlandırılmasının meşru olup olmadığının tartışılmasıdır.
Her ceza davasında, "ifade özgürlüğü kapsamında olduğu savunulamaz" kolaycılığına kaçmak hem idare hem de yargı açısından çok tehlikelidir. Kültür Bakanı'nın bu yaklaşımda olması daha da üzücüdür.
Mahkeme kararından yukarıda yaptığımız alıntıların gösterdiği gibi 19. Sulh Ceza Mahkemesi de dindarların değil dini değerleri aşağılanmasını esas alıyor. Bu yaklaşımda, karara dayanak oluşturan TCK 216. maddenin 3. fıkrasının ilk bölümü belirleyici gözüküyor.
Hüküm "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılanmasını" yasaklıyor. Bu mantık silsilesini izlediğimizde kolayca şu sonuç çıkarılabiliyor.
Birinin dinini veya dinsel duygularını aşağılayan kişi nefret söylemi nedeniyle cezalandırılmalıdır. Bu yaklaşımın insan hakları açısından kabul edilmesi mümkün değildir.
Bu ayrım şu açıdan önemli; dinsel nefret söyleminin (religious hatred)cezalandırılması konusunda tartışmalı da olsa güçlü bir eğilim bulunmakla birlikte, din ve dinsel duyguları aşağılamaya yönelik suçların (blasphemy, religious insult) cezalandırılmaması konusunda liberal demokrasilerde yaygın bir kabul oluşmuş durumdadır.
Bunun çok makul ve anlaşılabilir bir nedeni var. İnsan hakları hukuku insanların haklarını güvenceye alır, dinleri değil. Şüphesiz dinsel değerleri hakkında kötü sözler duyan insanlar incinebilir.
Ancak incinme, insan hak ve özgürlüklerinin sınırlandırıldığı anlamına gelmez. Örneğin avukatlar hakkında kötü bir söz söylenmesi, avukatları incitebilir ancak buna dayanarak ifade özgürlüğü sınırlandırılamaz.
Aşağıda açıklanacağı gibi sıklıkla yollama yapılan AİHM kararları da diğer uluslararası hukuk kaynakları da dini değil inananların haklarını esas almaktadır.
Dinsel değerlere hakaret ile nefret söylemi kavramları birbirinden o kadar ayrıdır ki, dinsel nefreti cezalandıran ulusal düzenlemeler buna açıklık getirme gereği duymuştur.
Birleşik Krallıkta 2006'da yürürlüğe giren Irksal ve Dinsel Nefret Yasası, nefreti tanımladıktan sonra ilgili bölümdeki hiçbir şeyin "din ve inançların ve inananların uygulamalarının tartışılması, eleştirilmesi, haklarında antipati ifadelerinin kullanılması, beğenilmemesi, küçümsenmesi, hakaret edilmesi ve dalga geçilmesi"ni yasaklayacak şekilde anlaşılamayacağını belirtmiştir.[9]
Bir başka deyişle, dine hakaret nefret anlamına gelmediği için ceza hukukunun konusunu oluşturamayacaktır.
Şüphesiz, içinde bulunduğu bağlam, hakaret ve/veya küçümsemeyi nefret haline getirebilir. Ne var ki, bu Bakan'ın iddiasının aksine her küçümseme ve hakaretin nefret olduğu anlamına gelmez.
Çünkü bir ifadenin dinsel nefret kategorisinde sayılabilmesi için başkalarının hak ve özgürlüklerini kullanmasını etkileyecek şekilde bir tehdit unsurunu içermesi gerekir.
Yetkililerin bu iddialarının aksine dinsel değerlere yönelik ifadenin suç olmaktan çıkarılmasına yönelik genel bir eğilim olduğu gözlenebilir.
Aşağıda değineceğimiz, yetkililerce sıklıkla atıf yapılan Wingrove/BK davasında dayanak olan dine hakaret (blasphemy) kuralı 2008 yılında İngiltere'de yürürlükten kaldırılmıştır.[10]
Avam ve Lordlar Kamarası üyelerinden oluşan İnsan Hakları Ortak Komitesi, değişiklik gerekçesinde, her ne kadar dine hakaretin daha önce Sözleşme organları tarafından AİHS'e uygun olduğu söylenmişse de artık bu yaklaşımın hem AİHM hem de Britanya mahkemeleri tarafından kabul edilemeyeceği belirtmiştir.[11]
Diğer ülkelerde de durum farklı değildir. Venedik Komisyonu'nun 2008 raporuna göre, dine hakaret (blasphemy) sadece yedi Avrupa Konseyi üyesi ülkede suçken, dinsel duygulara hakaret (religious insult) Konsey üyesi ülkelerin yarısında bulunmaktadır.[12] Aynı raporda Venedik Komisyonu açıkça şu ifadelere yer vermiştir:
Dine hakaret suçu tüm Konsey üyelerinde terk edilmelidir. Nefrete teşvikin kurucu unsur olmadığı durumlarda dinsel duygulara hakaret de suç olmaktan çıkarılmalıdır.[13]
Yakın zamana kadar Birleşmiş Milletlerin siyasi organlarında durum farklıydı. 1999-2005 yılları arasında, 2006 yılında çalışmaları son bulan İnsan Hakları Komisyonu düzenli olarak "Dinlere Hakaretle Mücadele" kararları aldı. [14]
2006'da kurulan ve Genel Kurula bağlı olan İnsan Hakları Konseyi de bu geleneği devam ettirdi.[15] Genel Kurulda da benzer kararların alındığı görülebilir.[16]
Bununla birlikte, bir çoğu oylama yapılmaksızın kabul edilen ve Müslüman devletler tarafından desteklenen bu kararlar Batı Bloğundan güçlü bir muhalefetle karşılaşmıştır. 2009 İnsan Hakları Konseyi kararı alınırken, Avrupa Birliği (AB) adına konuşan Jean-Baptiste Mattei, Avrupa Birliğinin "dine hakaret" kavramını reddettiğini ve reddetmeye devam edeceğini, bu kavramın ifade özgürlüğünü ağır kısıtlar getireceğini ifade etmiştir.[17]
Dinlere Hakaretle Mücadele kararları, çok sayıda sivil toplum örgütünün de ifade özgürlüğünün kısıtlandığı gerekçesiyle tepkisini çekmiştir.[18]
Nihayet 2011 yılında ifade özgürlüğü talepleri karşısında, İnsan Hakları Konseyi "dine hakaret" kararlarına son vermiş, bunun yerine dine ve inanca dayalı ayrımcılık, şiddet ve hoşgörüsüzlüğe ilişkin ilk kararını kabul etmiştir.[19]
Bir başka deyişle, iddia edilenin aksine, din ve dini duygulara hakaret konusu uluslararası alanda yaygın olarak kabul edilen değil reddedilen bir kavrama dönüşmüştür.
Birleşmiş Milletlerin diğer organlarının tutumu da farklı değildir.
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin denetim organı İnsan Hakları Komitesi, 2011 yılında yayımladığı Düşünce ve İfade Özgürlüğü Genel Yorumunda "Bir dinin veya inanç sistemine saygı göstermemenin yasaklanmasının Sözleşmeye aykırı olacağını" belirtmiştir.[20]
Nihayet, Birleşmiş Milletler Din ve İnanç Özgürlüğü Özel Raportörü Asma Jahangir, din ve inanç özgürlüğünün dine ilişkin eleştiri ve alaydan muafiyet anlamına gelemeyeceğini belirtmiştir.
Din ve inanç özgürlüğü dinleri inançları değil bireyleri ve bir ölçüde de grupları korur. Soyut olarak (in abstracto) ifade özgürlüğü ile dinin çatışmasından söz edilemez.
Jahangir'e göre, asıl önemli olan hakaret olduğu belirtilen ifadenin başkalarının din ve vicdan özgürlüğünü izharını objektif olarak etkilediğinin saptanmasıdır.[21] Yani salt hakaret değil ve fakat bu hakaretin din ve vicdan özgürlüğünün kullanımını nasıl olumsuz etkilediğine bakılmalıdır.
İddialar arasında en ikna edici gözüken bu ifade de aslında doğru değil.
Birincisi, günlerdir medyada da yer verilen Otto Preminger Institute/Avusturya[22] ve Wingrove/BK[23] kararları hem Avrupa Konseyi içinden hem de dışından en çok eleştiri alan AİHM kararları arasında yer almaktadır.
Her iki davada da, Sözleşme'nin eski sistemine göre görev yapan Avrupa İnsan Hakları Komisyonu başvurucuların ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş ancak AİHM farklı sonuca ulaşmıştı.
Kararlarda yer alan karşı oylar[24] Mahkeme içinde konuya ilişkin hoşnutsuzluğu göstermesi açısından önemlidir. Aynı şekilde öğretide, kararların yanlış kurulduğuna ilişkin yaygın bir görüş vardır. [25]
Nihayet, İ.A/Türkiye davasında AİHM Türkiye lehine karar vermekle birlikte, karar 4-3 oyçokluğu ile verilmiş karşı oy yazan üyeler Otto Preminger-Wingrove çizgisinin terk edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.[26]
Nitekim, İ.A. sonrası verilen kararlarda 10. maddenin ihlal edildiğine dair sonuçlara ulaşılmış olması AİHM'in içtihadını değiştirdiği yönünde değerlendirilmektedir.
Mahkeme, Klein/Slovakya davasında başvurucunun Slovak Katolik Kilisesinin başında bulunan kişiye hakaret etmesi nedeniyle verilen cezanın Sözleşme'nin 10. maddesine aykırı olduğuna karar vermiştir.[27]
Aydın Tatlav/Türkiye kararında ise İslamiyet Gerçeği isimli eserde Dine ve Allaha hakaret ettiği iddiası ile yargılanan başvurucu, Eski Türk Ceza Kanunu'nun 175. maddesi uyarınca 12 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Dinin genel etkisinin sosyal adaletsizlikleri Tanrı'nın iradesine havale ederek meşrulaştırmak olduğunu belirttiği kitabı nedeniyle cezalandırılan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine oybirliği ile karar verilmiştir.[28] Aynı dönemde verilen Giniewski/Fransa[29] kararı da AİHM'in öndeki içtihadından dönüşüne delil olarak gösterilebilir.
AİHM içtihadındaki bu gelişmeler neden ulusal mahkemelerin ve siyasilerin dikkatinden kaçmaktadır?
Türkiye'de yargının AİHM kararlarına, sıklıkla hakları kısıtlayıcı örnekleri seçerek başvurduğu bilinmektedir. Özellikle şiddet nedeniyle ifade özgürlüğünün sınırlandırıldığı davalarda mahkemeler AİHM'in istisnai olarak 10. madde ihlali bulmadığı Zana ve Sürek (3) kararına atıfta bulunmaktadır.[30]
Burada da benzer bir tekniğin uygulandığı görülmektedir. Bununla birlikte, bu konuda ilginç bir başka husus yazıyı yazarken dikkatimizi çekti. Bilindiği gibi Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı AİHM kararlarının Türkçeye çevrilmesini üstleniyor.
İ.A ve Aydın Tatlav kararlarında, özet yapılan çevirilerde suç olduğu iddia edilen ifadelerin neler olduğu Türkçeye çevrilmediği için bir hukukçunun AİHM'in neye göre karar verdiğini de saptaması güç gözüküyor.
Yani, 19. Sulh Ceza Hakimi bu kararları uygulamak istese de muhtemelen çevirisini bulamayacaktı. Aydın Tatlav davasında AİHM'in ifadeyi Sözleşmeye uygun bulduğu düşünüldüğünde bu sansür daha da vahim bir hal almaktadır.
Bunun sonucu olarak, yukarıda verilen bir çok uluslararası metinde yer alan din ve dini duygulara hakaretin ceza hukukundan çıkarılması gerektiği yönündeki açık talebe rağmen, hakim AİHM kararlarına atıfla "Belirtilen dinlerce önemli adledilen değerlerin aşağılanmasını, cennet ve cehennemde alkollü içecek olarak bilinen rakı ve chivasregal varlığı ve yokluğuna vurgu yapılarak hafife alınmasını, alay edilmesini" suç olarak niteleyebilmiştir.
Yukarıdaki örneklerde durumun bu olmadığını gösterdik ama bir an için AİHM'in Otto-Preminger içtihadını devam ettirdiğini varsayalım. Fazıl Say, gerçekten Strasbourg'da davayı kaybeder mi?
Bir kez daha dikkat çekelim, Fazıl Say başkalarının hak ve özgürlüklerini ihlal ettiği için dahası dinsel nefrete tahrik suçundan mahkum olmadı, dinsel değerlere hakaret etmekten mahkum oldu.
Eğer ilki söz konusu olsaydı, Sulh Ceza Mahkemesi'nin bu nefretle tehdit, şiddet gibi unsurlarla ilişkiyi incelemesi gerekirdi. Bunun yerine Mahkemenin üç dinin kutsallarına saldırı olup olmadığına baktığını görebiliyoruz.
Oysa çokça eleştirilen Otto-Preminger davasında bile AİHM'in dini değil dinsel duyguları saldırıya uğrayanları dikkate aldığını görüyoruz.[31]
AİHM'e göre, burada Sözleşme tarafından korunan iki hak yarışmaktadır: ifade özgürlüğü ve din ve vicdan özgürlüğü. O nedenle de tartışılması gereken, dine hakaret edilip edilmediği değil bu ifadelerin inananların duygularına saldırı niteliğinde olup olmadığıdır.
Sulh Ceza Mahkemesi'nin bu incelemeyi yapmadığı görülmektedir. Yapsaydı Otto-Preminger ve diğer davalardaki şu hususları dikkate alması gerekirdi:
a. İhlal kararı verilmeyen Otto-Preminger ve Wingrove davalarında başvurucu hapis cezası almamıştır, sadece filmlerin yayımı ve dağıtımı engellenmiştir. Fazıl Say ise hapis cezası almıştır. Oysa, Atilla Tatlav davasında verilen hapis cezasının dine yönelik eleştiri yöneltecekler üzerinde olumsuz etkisi vurgulanmıştır.[32] Venedik Komisyonu da ceza hukuku araçlarına sadece dinsel nefret söylemlerinde başvurulması gerektiğinin altını çizmektedir.[33]
b. İhlal bulunmayan her iki erken dönem kararında da Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in, Şeytan'ın ve başka kutsal karakterlerin son derece erotik görsel materyalinin varlığı dinsel duygulara saldırı açısından dikkate alınmıştır. Fazıl Say'ın ise sadece tweet attığı, hiçbir görsel malzeme kullanmadığı açıktır.
c. Sosyal medyada kullanılan ifade ve bağlamı da önemlidir. Fazıl Say'ın avukatı, müvekkilinin kendine gelen olumlu olumsuz mesajları tekrar mesajladığı (retweetlediğini) söylemektedir.
Gerçekten de olayın akışı Fazıl Say'ın kendisine gelen mesajlara cevap verdiğini göstermektedir. Basına yansıdığı kadarıyla, Say, bu yazışmalar sırasında ağır eleştiriler almanın ötesinde dinsel tercihi nedeniyle ağır hakaretler hatta tehditler almıştır.
Aczmendi lideri Müslüm Gündüz'ün, bir televizyon programında, diğer sözleri dışında resmi evlilikten doğan çocukların "piç" olduğunu söylemesi nedeniyle mahkum edilmesi üzerine AİHM'e yaptığı başvuruda, bağlamı dikkate alan AİHM, Gündüz'ün cezalandırılmasını 10. maddeye aykırı bulmuştur.
Mahkeme, bu sonuca ulaşırken başvurucunun programa katılmadan radikal görüşlerinin bilindiği ve bunu konuşmak için programa davet edildiğini, programa başka katılanların sözleriyle ifadelerinin karşılığını bulduğunu ve sözlerin çoğulcu bir tartışma ortamında kullanıldığına dikkat çekerek cezalandırılmasının Sözleşmeye aykırı olduğuna karar vermiştir.[34]
Fazıl Say için bu söylenenlerin çok daha fazlası geçerlidir. Çünkü Müslüm Gündüz, sözleri nedeniyle ne Bakan düzeyinde hükümet sözcülerinin muhatabı olmuş ne de fiziksel ve ruhsal durumuna ilişkin hakaretler duymuştur.
Görüldüğü gibi Otto-Preminger ölçütleri uygulandığında bile Fazıl Say'ın sözleri bağlamı içerisinde değerlendirildiğinde ve sonuçta hapis cezası verildiği düşünüldüğünde 10. maddenin korumasından faydalanacaktır.
Türkiye gibi ciddi ifade özgürlüğü sorunu olan bir ülkede sınırların tartışılması gerektiği şüphesiz ama daha da daraltmak için değil genişletmek için.
Üstüne üstlük, yargı paketlerinde olduğu gibi parça parça düzelterek değil. Ama illa bir yerden başlamak gerekiyorsa, yazının konusuna sadık kalalım, bu tartışmaya, hak ve özgürlükleri değil çoğunluğun dinini güvence altına alan TCK 216/3'ü nasıl kaldırmalıyız sorusuyla başlayabiliriz.
Kerem Altıparmak
* Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, İnsan Hakları Merkezi
** http://www.bianet.org/bianet/siyaset/146003-fazil-in-tweetleri-ve-dogru-sandiginiz-yedi-yanlis
[1] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/04/16/kilicdaroglundan-fazil-saya-destek
[2] http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikalyazar&articleid=1129850&categoryid=41
[3] http://www.internethaber.com/bulent-arinctan-fazil-saya-hirt-soku-523230h.htm
[4] http://www.cnnturk.com/guncel.konular/fazil.say/510/
[5] http://gundem.bugun.com.tr/fikir-degil-kufur-haberi/595276
[6] Örneğin Arınç, Say'ın Hırt olduğunu, "5 kuruşa simit devrinin geçtiğini", Hüseyin Çelik ise Say'ın normal ve sağlıklı bir ruh haline sahip olmadığını ifade ediyordu.
[7] http://evrensel.net/news.php?id=54509
[8] Norwood/Birleşik Krallık, 23131/03, 16.11.2004 ve Hizb Ut-Tahrir ve Diğerleri/Almanya, no. 31098/08, 19.6.2012
[9] http://www.legislation.gov.uk/ukpga/2006/1/schedule, md. 29j.
[10] The Criminal Justice and Immigration Act 2008, md. 79.
[11] House of Lords-House of Commons, Joint Committee on Human Rights, Legislative Scrutiny: Criminal Justice and Immigration Bill, para. 1.60. http://www.publications.parliament.uk/pa/jt200708/jtselect/jtrights/37/37.pdf Benzer bir yaklaşımın daha önce kurulan başka bir Komite tarafından da benimsendiği görülebilir. Bkz. Select Committee on Religious Offences in England and Wales, Religious Offences in England and Wales: First Report, Session 2002-2003, Appendix 3: Blasphemy, para. 10-13.
[12] European Commission for Democracy through Law (Venice Commission), Report on the relationship between freedom of expression and freedom of religion: the issue of regulation and prosecution of blasphemy, religious insult and incitement to religious hatred, 17-18 October 2008, Doc. No. CDL-AD(2008)026
para. 24 ve 27.
[13] Aynı yerde, para. 89 (b) ve (c).
[14] İlki 30 Nisan 1999 gün ve 1999/82 nolu olan bu kararların sonuncusu 12.4.2005 gün 2005/3 nolu.
[15] Örneğin 27 Mart 2008 gün ve 7/19 sayılı karar.
[16] Örneğin 62/154 sayılı 18.12.2007 tarihli karar.
[17] http://www.unhchr.ch/huricane/huricane.nsf/view01/6A69FF0F95283CE7C12576430046793B?opendocument
[18] http://iheu.org/story/human-rights-council-resolution-combating-defamation-religion
[19] No. 16/18; Combating intolerance, negative stereotyping and stigmatization of, and discrimination, incitement to violence and violence against, persons based on religion or belief, 12.4.2011.
[20] General comment No. 34, Article 19: Freedoms of opinion and expression, CCPR/C/GC/34, 12 Eylül 2011, para. 48.
[21] Report of the Special Rapporteur on freedom of religion or belief, Asma Jahangir, and the Special Rapporteur on contemporary forms of racism, racial discrimination, xenophobia and related intolerance, Doudou Diène, further to Human Rights Council decision 1/107 on incitement to racial and religious hatred and the promotion of tolerance, para. 36-39.
[22] Otto Preminger Institute/Avusturya, no. 13470/87, 20.9.1994.
[23] Wingrove/Birleşik Krallık, no. 17419/90, 25.11.1996.
[24] Wingrove'da Yargıç Lohmus ve De Meyer; Otto Preminger'de Palm, Pekkanen ve Makarczyk'in Karşı Oyları.
[25] Konuya ilişkin çok sayıda akademik yayın içinde bkz. Jeroen Temperman, ‘Blasphemy, Defamation of Religions and Human Rights Law’ (2008) 26(4) Netherlands Quarterly of Human Rights 517; Eric Barendt, ‘Religious Hatred Laws: Protecting Groups or Beliefs?’ (2011) 17(1) Res Publica 41; ‘Is there a Right not to be Offended in one’s Religious Beliefs?’ in Lorenzo Zucca (ed), Law, State and Religion in the new Europe: Debates and Dilemmas, Cambridge University Press (2011).
[26] İ. A/Türkiye, no. 42571/98, 13.11.2005. Yargıç Costa, Cabral Barreto ve Jungwiert'in karşı oyları, para. 8.
[27] Klein/Slovakya, no. 72208/01, 31.10.2006.
[28] Aydın Tatlav/Türkiye, no. 50692/99, 2.5.2006.
[29] Giniewski/Fransa, no. 64016/00, 31.1.2006.
[30] Bu konuda çok sayıda örnek için bkz. Kerem Altıparmak-Hüsnü Öndül (2013), Gözel ve Özer/Türkiye Kararının Uygulanması, İHOP Yayını. http://www.aihmiz.org.tr/files/04_Gozel_ve_Ozer_Rapor_TR.pdf
İZLEME RAPORU
[31] Otto-Preminger/Avusturya, para. 48.
[32] Atilla Tatlav/Türkiye, para. 30.
[33] Venedik Komisyonu, para. 64.
[34] Gündüz/Türkiye, no. 35071/97, 04.12.2003. Bağlamın dikkate alınması konusunda Venedik Komisyonu, para. 69.
Kaynak: baskahaber.org
Ana muhalefet partisi lideri[1] dahil karara karşı çıkanlar, dava konusu ifadelerin ifade özgürlüğünden yararlanması gerektiğini söylerken, muhafazakar yazarlar ve hükümet sözcüleri kararın doğru olduğunu çeşitli vesilelerle belirttiler.
Bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla; Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik[2], Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç[3], Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu[4] ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Sözcüsü Hüseyin Çelik[5] şüpheye yer bırakmayacak şekilde kararın doğru olduğu konusunda beyan verdiler.
Bu kadar çok sayıda hükümet yetkilisinin bir mahkeme kararı hakkında taraf olmasının sakıncalarını bir yana bırakarak, bu yetkililerin dini değerlere hakaret ile ilgili söylediklerini değerlendirmeye çalışacağız.
Çünkü hem bu yetkililer, hem de bu görüşe katılan çok sayıda muhafazakar yazar ve düşünür, yasaklamanın insan hakları hukukunun bir gereği olduğunu, Dünyanın her yerinde konuya benzer tepkiler verileceğini ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının da bu yönde olduğunu ileri sürdüler.
Bu yazıda, dağınık bir dilde ve insanları saygıya davet ederken bununla tezat içerecek şekilde yer yer Say'ı küçümseyen[6] bir şekilde ifade edilen ve hemen hepsi de yanlış bilgiye dayanan bu görüşleri analiz etmeye çalışacağız.
1. İddia: Mahkeme şiire değil küfre ceza verdi
Doğrusu: Mahkeme inananların haklarını değil Dinin kutsallığını korudu.
Daha Mahkemenin gerekçeli kararı açıklanmadan yukarıda sayılan tüm hükümet yetkilileri, Say'ın ateist olduğu ve dini eleştirdiği için değil hakaret ettiği için mahkum olduğunu ilan ettiler. Oysa, kararın açıklandığı gün Mahkeme sadece eylemin "216/3'e uygun olduğunu" belirtmiş, hangi ifadenin neden suç olduğunu açıklamamıştı.
Karar açıklandığında, tek bir tweetin değil tweetlerin tümünün içinden bir anlam çıkarılmaya çalışıldığı görüldü. Doğru, karar sadece Hayyam şiirinin retweetlenmesi üzerine verilmemişti ama gerekçe okunduğunda çok net görülebilen bir şey daha vardı: Say, inananların haklarını ihlal ettiği için değil dinin kutsal saydığı değerleri aşağıladığı için ceza aldı. Gerekçeli karardaki bir kaç ifade bunu net bir şekilde gösteriyor:
“İslamiyet, Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerince kutsal sayılan cennet, cehennem, tanrı uğruna ölmek, huri ve Allahçı sözlerine belirtilen mesaj içeriklerinde yer verilmiştir.
''Bu dinlerce önem addedilen değerlerin hafife alındığı, aşağılandığı, cennet ve cehennemde alkollü içecek olarak bilinen rakı ve chivasregal varlığı ve yokluğuna vurgu yapılarak hafife alındığı, alay edildiği anlaşılmıştır.”
“Kutsal dinlerce varlığı kabul edilen cenneti meyhane ve kerhaneye benzeterek alay ve tahkir edildiği, akşam ezanının hızlı okunmasıyla alay edilerek hızlı okunmasının sebebini bekleyen rakı masasına veya bir sevgiliye vurgu yapıldığı, Allah uğruna ölmenin semavi dinlerce kutsal sayıldığı, hayvanlaşma tabiri ile birlikte anılarak ve benzetilerek söz konusu değerlerin aşağılandığı anlaşılmıştır.”
‘Irmaklardan şaraplar akacak’ ile başlayan mesajdaki sözlerin Ömer Hayyam’dan alıntı olduğu iddiasının tartışılması gerektiği ifade edilen kararda, bu sözlerin Hayyam’a ait olup olmadığının tartışmalı olduğu belirtildi. Hayyam’a ait olsa dahi söyleniş şekli, diğer mesajların birlikte değerlendirildiğinde hafife alma ve alay etme kastı ile hareket edildiğinin açık olduğu kaydedildi.[7]
Bu husus, gözardı edilmemesi gereken önemli bir ayrıntı. Çünkü aşağıda belirtileceği gibi insan hakları hukuku başkalarının hak ve özgürlükleri nedeniyle ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına bazı koşullarda izin verirken, dinin korunmasına yönelik bir sınırlandırma nedenini kabul etmiyor.
2. İddia: Say'ın görüşleri ifade özgürlüğü içerisinde görülemez
Doğrusu: İfade çok istisnai durumlarda içeriği nedeniyle ifade kapsamında görülmez, burada böyle bir durum yoktur.Türkiye'de yargı pratiğinde sıklıkla karşılaştığımız bir sorun, bir davranışın ifade özgürlüğü kapsamında olmaması ile sınırlandırılabilir ifade olması arasındaki önemli ayrımın göz ardı edilmesidir. Hükümet sözcülerinin de benzer bir yaklaşımı benimsediği anlaşılıyor.
Örneğin Kültür ve Turizm Bakanı Çelik, “Makul düşünen hiç kimse o sözlerin ifade özgürlüğü sınırları içinde olduğunu savunamaz” diyor.
Ben yeterince makul olduğumu ve bu ifadenin ifade özgürlüğü sınırları içinde olduğunu söyleyeceğim.
Bir davranışın ifade özgürlüğü kapsamında olmadığını söylemekle, sınırlandırılabilir bir ifade olduğunu söylemek arasında önemli bir fark vardır.
İlk tür ifade, kapsam dışında olduğu için inceleme konusu edilmeden reddedilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM), az sayıda başvuruyu bu kapsamda görmüş ve hakları kötüye kullanma yasağını düzenleyen 17.maddeyi uygulayarak incelemeyi reddetmiştir.
17. maddenin uygulanması için ifadenin Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya bunların Sözleşme’de öngörülmüş olandan daha geniş ölçüde sınırlandırılmalarını amaçlayan bir etkinlik niteliğinde olması gerekir. Dini değerlerin söz konusu olduğu Norwood/Birleşik Krallık ve Hizb Ut-Tahrir ve Diğerleri/Almanya[8] kararlarından anlaşılabileceği gibi
Fazıl Say'ın tweetleri, bu nitelikleri taşıyan bir ifade olmadığı için kapsam dışında da değildir.
Örneğin, bu vakaların ilkinde, başvurucunun bütün Müslümanların 11 Eylül terör eylemlerinden sorumlu olduğu ve Britanya'dan çıkarılması gerektiğini istediği düşünüldüğü için ifadesinin korunamayacağı kabul edilmiştir. Say'ın ifadelerinden böyle bir sonuç çıkarılması güçtür.
Kapsam içindeki ifadelerin sınırlandırılabilir olup olmadığı ise ayrıca incelenmelidir. Bu nedenle, mahkemelerden beklenen önce ortada bir ifade olup olmadığının saptanması, eğer ifade varsa bunun sınırlandırılmasının meşru olup olmadığının tartışılmasıdır.
Her ceza davasında, "ifade özgürlüğü kapsamında olduğu savunulamaz" kolaycılığına kaçmak hem idare hem de yargı açısından çok tehlikelidir. Kültür Bakanı'nın bu yaklaşımda olması daha da üzücüdür.
3. İddia: Dini değerlere yönelik hakaret, nefret söylemidir
Doğrusu: Dini değerlere yönelik aşağılama, dinsel nefret söyleminden farklıdırDışişleri Bakanı Davutoğlu, Peygamber ve Allah'a ilişkin ifadelerin nefret söylemi olduğunu belirterek, bunun Dünya'nın hiçbir yerinde kabul görmeyeceğini ifade ederken, son dönemde sıklıkla duyduğumuz bir yaklaşıma da ışık tutmuş oluyor.
Mahkeme kararından yukarıda yaptığımız alıntıların gösterdiği gibi 19. Sulh Ceza Mahkemesi de dindarların değil dini değerleri aşağılanmasını esas alıyor. Bu yaklaşımda, karara dayanak oluşturan TCK 216. maddenin 3. fıkrasının ilk bölümü belirleyici gözüküyor.
Hüküm "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılanmasını" yasaklıyor. Bu mantık silsilesini izlediğimizde kolayca şu sonuç çıkarılabiliyor.
Birinin dinini veya dinsel duygularını aşağılayan kişi nefret söylemi nedeniyle cezalandırılmalıdır. Bu yaklaşımın insan hakları açısından kabul edilmesi mümkün değildir.
Bu ayrım şu açıdan önemli; dinsel nefret söyleminin (religious hatred)cezalandırılması konusunda tartışmalı da olsa güçlü bir eğilim bulunmakla birlikte, din ve dinsel duyguları aşağılamaya yönelik suçların (blasphemy, religious insult) cezalandırılmaması konusunda liberal demokrasilerde yaygın bir kabul oluşmuş durumdadır.
Bunun çok makul ve anlaşılabilir bir nedeni var. İnsan hakları hukuku insanların haklarını güvenceye alır, dinleri değil. Şüphesiz dinsel değerleri hakkında kötü sözler duyan insanlar incinebilir.
Ancak incinme, insan hak ve özgürlüklerinin sınırlandırıldığı anlamına gelmez. Örneğin avukatlar hakkında kötü bir söz söylenmesi, avukatları incitebilir ancak buna dayanarak ifade özgürlüğü sınırlandırılamaz.
Aşağıda açıklanacağı gibi sıklıkla yollama yapılan AİHM kararları da diğer uluslararası hukuk kaynakları da dini değil inananların haklarını esas almaktadır.
Dinsel değerlere hakaret ile nefret söylemi kavramları birbirinden o kadar ayrıdır ki, dinsel nefreti cezalandıran ulusal düzenlemeler buna açıklık getirme gereği duymuştur.
Birleşik Krallıkta 2006'da yürürlüğe giren Irksal ve Dinsel Nefret Yasası, nefreti tanımladıktan sonra ilgili bölümdeki hiçbir şeyin "din ve inançların ve inananların uygulamalarının tartışılması, eleştirilmesi, haklarında antipati ifadelerinin kullanılması, beğenilmemesi, küçümsenmesi, hakaret edilmesi ve dalga geçilmesi"ni yasaklayacak şekilde anlaşılamayacağını belirtmiştir.[9]
Bir başka deyişle, dine hakaret nefret anlamına gelmediği için ceza hukukunun konusunu oluşturamayacaktır.
Şüphesiz, içinde bulunduğu bağlam, hakaret ve/veya küçümsemeyi nefret haline getirebilir. Ne var ki, bu Bakan'ın iddiasının aksine her küçümseme ve hakaretin nefret olduğu anlamına gelmez.
Çünkü bir ifadenin dinsel nefret kategorisinde sayılabilmesi için başkalarının hak ve özgürlüklerini kullanmasını etkileyecek şekilde bir tehdit unsurunu içermesi gerekir.
4. Böyle bir ifadeyi dünyanın hiç bir yerinde kullanamazsınız, bu bütün hukuklarda suçtur
Doğrusu: Dinsel değerlere hakaret suçu batılı demokrasilerin çoğunda suç olmaktan çıkarılmıştırBakan Davutoğlu, konuşmasının devamında "Böyle bir ifadeyi Dünyanın hiçbir yerinde kullanamazsınız" diyor. Hüseyin Çelik de, "Say'ın milletin değerlerine küfrettiğini ve bunun bütün hukuklarda suç olduğunu" ifade ediyor.
Yetkililerin bu iddialarının aksine dinsel değerlere yönelik ifadenin suç olmaktan çıkarılmasına yönelik genel bir eğilim olduğu gözlenebilir.
Aşağıda değineceğimiz, yetkililerce sıklıkla atıf yapılan Wingrove/BK davasında dayanak olan dine hakaret (blasphemy) kuralı 2008 yılında İngiltere'de yürürlükten kaldırılmıştır.[10]
Avam ve Lordlar Kamarası üyelerinden oluşan İnsan Hakları Ortak Komitesi, değişiklik gerekçesinde, her ne kadar dine hakaretin daha önce Sözleşme organları tarafından AİHS'e uygun olduğu söylenmişse de artık bu yaklaşımın hem AİHM hem de Britanya mahkemeleri tarafından kabul edilemeyeceği belirtmiştir.[11]
Diğer ülkelerde de durum farklı değildir. Venedik Komisyonu'nun 2008 raporuna göre, dine hakaret (blasphemy) sadece yedi Avrupa Konseyi üyesi ülkede suçken, dinsel duygulara hakaret (religious insult) Konsey üyesi ülkelerin yarısında bulunmaktadır.[12] Aynı raporda Venedik Komisyonu açıkça şu ifadelere yer vermiştir:
Dine hakaret suçu tüm Konsey üyelerinde terk edilmelidir. Nefrete teşvikin kurucu unsur olmadığı durumlarda dinsel duygulara hakaret de suç olmaktan çıkarılmalıdır.[13]
Yakın zamana kadar Birleşmiş Milletlerin siyasi organlarında durum farklıydı. 1999-2005 yılları arasında, 2006 yılında çalışmaları son bulan İnsan Hakları Komisyonu düzenli olarak "Dinlere Hakaretle Mücadele" kararları aldı. [14]
2006'da kurulan ve Genel Kurula bağlı olan İnsan Hakları Konseyi de bu geleneği devam ettirdi.[15] Genel Kurulda da benzer kararların alındığı görülebilir.[16]
Bununla birlikte, bir çoğu oylama yapılmaksızın kabul edilen ve Müslüman devletler tarafından desteklenen bu kararlar Batı Bloğundan güçlü bir muhalefetle karşılaşmıştır. 2009 İnsan Hakları Konseyi kararı alınırken, Avrupa Birliği (AB) adına konuşan Jean-Baptiste Mattei, Avrupa Birliğinin "dine hakaret" kavramını reddettiğini ve reddetmeye devam edeceğini, bu kavramın ifade özgürlüğünü ağır kısıtlar getireceğini ifade etmiştir.[17]
Dinlere Hakaretle Mücadele kararları, çok sayıda sivil toplum örgütünün de ifade özgürlüğünün kısıtlandığı gerekçesiyle tepkisini çekmiştir.[18]
Nihayet 2011 yılında ifade özgürlüğü talepleri karşısında, İnsan Hakları Konseyi "dine hakaret" kararlarına son vermiş, bunun yerine dine ve inanca dayalı ayrımcılık, şiddet ve hoşgörüsüzlüğe ilişkin ilk kararını kabul etmiştir.[19]
Bir başka deyişle, iddia edilenin aksine, din ve dini duygulara hakaret konusu uluslararası alanda yaygın olarak kabul edilen değil reddedilen bir kavrama dönüşmüştür.
Birleşmiş Milletlerin diğer organlarının tutumu da farklı değildir.
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin denetim organı İnsan Hakları Komitesi, 2011 yılında yayımladığı Düşünce ve İfade Özgürlüğü Genel Yorumunda "Bir dinin veya inanç sistemine saygı göstermemenin yasaklanmasının Sözleşmeye aykırı olacağını" belirtmiştir.[20]
Nihayet, Birleşmiş Milletler Din ve İnanç Özgürlüğü Özel Raportörü Asma Jahangir, din ve inanç özgürlüğünün dine ilişkin eleştiri ve alaydan muafiyet anlamına gelemeyeceğini belirtmiştir.
Din ve inanç özgürlüğü dinleri inançları değil bireyleri ve bir ölçüde de grupları korur. Soyut olarak (in abstracto) ifade özgürlüğü ile dinin çatışmasından söz edilemez.
Jahangir'e göre, asıl önemli olan hakaret olduğu belirtilen ifadenin başkalarının din ve vicdan özgürlüğünü izharını objektif olarak etkilediğinin saptanmasıdır.[21] Yani salt hakaret değil ve fakat bu hakaretin din ve vicdan özgürlüğünün kullanımını nasıl olumsuz etkilediğine bakılmalıdır.
5. İddia: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin konuya ilişkin içtihadı açıktır
Doğrusu: AİHM İçtihadı açık olmadığı gibi bu konuda verdiği kararlar en çok eleştirilen kararlardırKültür ve Turizm Bakanı Çelik, AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın sözcüsü Maja Kocijancic’in dava sonucu ile ilgili “Kaygı duyuyoruz” açıklamasına yanıt olarak “AİHM Kararlarını hatırlatırım” demiştir.
İddialar arasında en ikna edici gözüken bu ifade de aslında doğru değil.
Birincisi, günlerdir medyada da yer verilen Otto Preminger Institute/Avusturya[22] ve Wingrove/BK[23] kararları hem Avrupa Konseyi içinden hem de dışından en çok eleştiri alan AİHM kararları arasında yer almaktadır.
Her iki davada da, Sözleşme'nin eski sistemine göre görev yapan Avrupa İnsan Hakları Komisyonu başvurucuların ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiş ancak AİHM farklı sonuca ulaşmıştı.
Kararlarda yer alan karşı oylar[24] Mahkeme içinde konuya ilişkin hoşnutsuzluğu göstermesi açısından önemlidir. Aynı şekilde öğretide, kararların yanlış kurulduğuna ilişkin yaygın bir görüş vardır. [25]
Nihayet, İ.A/Türkiye davasında AİHM Türkiye lehine karar vermekle birlikte, karar 4-3 oyçokluğu ile verilmiş karşı oy yazan üyeler Otto Preminger-Wingrove çizgisinin terk edilmesi gerektiğini vurgulamıştır.[26]
Nitekim, İ.A. sonrası verilen kararlarda 10. maddenin ihlal edildiğine dair sonuçlara ulaşılmış olması AİHM'in içtihadını değiştirdiği yönünde değerlendirilmektedir.
Mahkeme, Klein/Slovakya davasında başvurucunun Slovak Katolik Kilisesinin başında bulunan kişiye hakaret etmesi nedeniyle verilen cezanın Sözleşme'nin 10. maddesine aykırı olduğuna karar vermiştir.[27]
Aydın Tatlav/Türkiye kararında ise İslamiyet Gerçeği isimli eserde Dine ve Allaha hakaret ettiği iddiası ile yargılanan başvurucu, Eski Türk Ceza Kanunu'nun 175. maddesi uyarınca 12 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Dinin genel etkisinin sosyal adaletsizlikleri Tanrı'nın iradesine havale ederek meşrulaştırmak olduğunu belirttiği kitabı nedeniyle cezalandırılan başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine oybirliği ile karar verilmiştir.[28] Aynı dönemde verilen Giniewski/Fransa[29] kararı da AİHM'in öndeki içtihadından dönüşüne delil olarak gösterilebilir.
AİHM içtihadındaki bu gelişmeler neden ulusal mahkemelerin ve siyasilerin dikkatinden kaçmaktadır?
Türkiye'de yargının AİHM kararlarına, sıklıkla hakları kısıtlayıcı örnekleri seçerek başvurduğu bilinmektedir. Özellikle şiddet nedeniyle ifade özgürlüğünün sınırlandırıldığı davalarda mahkemeler AİHM'in istisnai olarak 10. madde ihlali bulmadığı Zana ve Sürek (3) kararına atıfta bulunmaktadır.[30]
Burada da benzer bir tekniğin uygulandığı görülmektedir. Bununla birlikte, bu konuda ilginç bir başka husus yazıyı yazarken dikkatimizi çekti. Bilindiği gibi Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı AİHM kararlarının Türkçeye çevrilmesini üstleniyor.
İ.A ve Aydın Tatlav kararlarında, özet yapılan çevirilerde suç olduğu iddia edilen ifadelerin neler olduğu Türkçeye çevrilmediği için bir hukukçunun AİHM'in neye göre karar verdiğini de saptaması güç gözüküyor.
Yani, 19. Sulh Ceza Hakimi bu kararları uygulamak istese de muhtemelen çevirisini bulamayacaktı. Aydın Tatlav davasında AİHM'in ifadeyi Sözleşmeye uygun bulduğu düşünüldüğünde bu sansür daha da vahim bir hal almaktadır.
Bunun sonucu olarak, yukarıda verilen bir çok uluslararası metinde yer alan din ve dini duygulara hakaretin ceza hukukundan çıkarılması gerektiği yönündeki açık talebe rağmen, hakim AİHM kararlarına atıfla "Belirtilen dinlerce önemli adledilen değerlerin aşağılanmasını, cennet ve cehennemde alkollü içecek olarak bilinen rakı ve chivasregal varlığı ve yokluğuna vurgu yapılarak hafife alınmasını, alay edilmesini" suç olarak niteleyebilmiştir.
6. İddia: Fazıl Say AİHM'e giderse dava aleyhine sonuçlanır
Doğrusu: Fazıl Say AİHM'e giderse, dava lehine sonuçlanırPeki Fazıl Say, AİHM'e giderse ne olacak? Parti Sözcüsü Hüseyin Çelik'in cevabı açık: "Daha önce inançlara hakaret ettiği için hakkında cezaya hükmedilen ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne giden kim varsa dava onun aleyhine sonuçlanmıştır. AİHM inançlara küfredemezsiniz diyor. İnsanların dini duygularını aşağılayamazsınız diyor."
Yukarıdaki örneklerde durumun bu olmadığını gösterdik ama bir an için AİHM'in Otto-Preminger içtihadını devam ettirdiğini varsayalım. Fazıl Say, gerçekten Strasbourg'da davayı kaybeder mi?
Bir kez daha dikkat çekelim, Fazıl Say başkalarının hak ve özgürlüklerini ihlal ettiği için dahası dinsel nefrete tahrik suçundan mahkum olmadı, dinsel değerlere hakaret etmekten mahkum oldu.
Eğer ilki söz konusu olsaydı, Sulh Ceza Mahkemesi'nin bu nefretle tehdit, şiddet gibi unsurlarla ilişkiyi incelemesi gerekirdi. Bunun yerine Mahkemenin üç dinin kutsallarına saldırı olup olmadığına baktığını görebiliyoruz.
Oysa çokça eleştirilen Otto-Preminger davasında bile AİHM'in dini değil dinsel duyguları saldırıya uğrayanları dikkate aldığını görüyoruz.[31]
AİHM'e göre, burada Sözleşme tarafından korunan iki hak yarışmaktadır: ifade özgürlüğü ve din ve vicdan özgürlüğü. O nedenle de tartışılması gereken, dine hakaret edilip edilmediği değil bu ifadelerin inananların duygularına saldırı niteliğinde olup olmadığıdır.
Sulh Ceza Mahkemesi'nin bu incelemeyi yapmadığı görülmektedir. Yapsaydı Otto-Preminger ve diğer davalardaki şu hususları dikkate alması gerekirdi:
a. İhlal kararı verilmeyen Otto-Preminger ve Wingrove davalarında başvurucu hapis cezası almamıştır, sadece filmlerin yayımı ve dağıtımı engellenmiştir. Fazıl Say ise hapis cezası almıştır. Oysa, Atilla Tatlav davasında verilen hapis cezasının dine yönelik eleştiri yöneltecekler üzerinde olumsuz etkisi vurgulanmıştır.[32] Venedik Komisyonu da ceza hukuku araçlarına sadece dinsel nefret söylemlerinde başvurulması gerektiğinin altını çizmektedir.[33]
b. İhlal bulunmayan her iki erken dönem kararında da Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in, Şeytan'ın ve başka kutsal karakterlerin son derece erotik görsel materyalinin varlığı dinsel duygulara saldırı açısından dikkate alınmıştır. Fazıl Say'ın ise sadece tweet attığı, hiçbir görsel malzeme kullanmadığı açıktır.
c. Sosyal medyada kullanılan ifade ve bağlamı da önemlidir. Fazıl Say'ın avukatı, müvekkilinin kendine gelen olumlu olumsuz mesajları tekrar mesajladığı (retweetlediğini) söylemektedir.
Gerçekten de olayın akışı Fazıl Say'ın kendisine gelen mesajlara cevap verdiğini göstermektedir. Basına yansıdığı kadarıyla, Say, bu yazışmalar sırasında ağır eleştiriler almanın ötesinde dinsel tercihi nedeniyle ağır hakaretler hatta tehditler almıştır.
Aczmendi lideri Müslüm Gündüz'ün, bir televizyon programında, diğer sözleri dışında resmi evlilikten doğan çocukların "piç" olduğunu söylemesi nedeniyle mahkum edilmesi üzerine AİHM'e yaptığı başvuruda, bağlamı dikkate alan AİHM, Gündüz'ün cezalandırılmasını 10. maddeye aykırı bulmuştur.
Mahkeme, bu sonuca ulaşırken başvurucunun programa katılmadan radikal görüşlerinin bilindiği ve bunu konuşmak için programa davet edildiğini, programa başka katılanların sözleriyle ifadelerinin karşılığını bulduğunu ve sözlerin çoğulcu bir tartışma ortamında kullanıldığına dikkat çekerek cezalandırılmasının Sözleşmeye aykırı olduğuna karar vermiştir.[34]
Fazıl Say için bu söylenenlerin çok daha fazlası geçerlidir. Çünkü Müslüm Gündüz, sözleri nedeniyle ne Bakan düzeyinde hükümet sözcülerinin muhatabı olmuş ne de fiziksel ve ruhsal durumuna ilişkin hakaretler duymuştur.
Görüldüğü gibi Otto-Preminger ölçütleri uygulandığında bile Fazıl Say'ın sözleri bağlamı içerisinde değerlendirildiğinde ve sonuçta hapis cezası verildiği düşünüldüğünde 10. maddenin korumasından faydalanacaktır.
7. İddia: İfade özgürlüğünün sınırlarını tartışmalıyız
Doğrusu: Evet ama sizin kast ettiğiniz şekilde değilKültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Londra'da yaptığı konuşmada, aşırı ifade özgürlüğü istendiğini ima ederek, ifade özgürlüğünün sınırlarını tartışmamız gerektiğini söylüyor.
Türkiye gibi ciddi ifade özgürlüğü sorunu olan bir ülkede sınırların tartışılması gerektiği şüphesiz ama daha da daraltmak için değil genişletmek için.
Üstüne üstlük, yargı paketlerinde olduğu gibi parça parça düzelterek değil. Ama illa bir yerden başlamak gerekiyorsa, yazının konusuna sadık kalalım, bu tartışmaya, hak ve özgürlükleri değil çoğunluğun dinini güvence altına alan TCK 216/3'ü nasıl kaldırmalıyız sorusuyla başlayabiliriz.
Kerem Altıparmak
* Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, İnsan Hakları Merkezi
** http://www.bianet.org/bianet/siyaset/146003-fazil-in-tweetleri-ve-dogru-sandiginiz-yedi-yanlis
[1] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/04/16/kilicdaroglundan-fazil-saya-destek
[2] http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikalyazar&articleid=1129850&categoryid=41
[3] http://www.internethaber.com/bulent-arinctan-fazil-saya-hirt-soku-523230h.htm
[4] http://www.cnnturk.com/guncel.konular/fazil.say/510/
[5] http://gundem.bugun.com.tr/fikir-degil-kufur-haberi/595276
[6] Örneğin Arınç, Say'ın Hırt olduğunu, "5 kuruşa simit devrinin geçtiğini", Hüseyin Çelik ise Say'ın normal ve sağlıklı bir ruh haline sahip olmadığını ifade ediyordu.
[7] http://evrensel.net/news.php?id=54509
[8] Norwood/Birleşik Krallık, 23131/03, 16.11.2004 ve Hizb Ut-Tahrir ve Diğerleri/Almanya, no. 31098/08, 19.6.2012
[9] http://www.legislation.gov.uk/ukpga/2006/1/schedule, md. 29j.
[10] The Criminal Justice and Immigration Act 2008, md. 79.
[11] House of Lords-House of Commons, Joint Committee on Human Rights, Legislative Scrutiny: Criminal Justice and Immigration Bill, para. 1.60. http://www.publications.parliament.uk/pa/jt200708/jtselect/jtrights/37/37.pdf Benzer bir yaklaşımın daha önce kurulan başka bir Komite tarafından da benimsendiği görülebilir. Bkz. Select Committee on Religious Offences in England and Wales, Religious Offences in England and Wales: First Report, Session 2002-2003, Appendix 3: Blasphemy, para. 10-13.
[12] European Commission for Democracy through Law (Venice Commission), Report on the relationship between freedom of expression and freedom of religion: the issue of regulation and prosecution of blasphemy, religious insult and incitement to religious hatred, 17-18 October 2008, Doc. No. CDL-AD(2008)026
para. 24 ve 27.
[13] Aynı yerde, para. 89 (b) ve (c).
[14] İlki 30 Nisan 1999 gün ve 1999/82 nolu olan bu kararların sonuncusu 12.4.2005 gün 2005/3 nolu.
[15] Örneğin 27 Mart 2008 gün ve 7/19 sayılı karar.
[16] Örneğin 62/154 sayılı 18.12.2007 tarihli karar.
[17] http://www.unhchr.ch/huricane/huricane.nsf/view01/6A69FF0F95283CE7C12576430046793B?opendocument
[18] http://iheu.org/story/human-rights-council-resolution-combating-defamation-religion
[19] No. 16/18; Combating intolerance, negative stereotyping and stigmatization of, and discrimination, incitement to violence and violence against, persons based on religion or belief, 12.4.2011.
[20] General comment No. 34, Article 19: Freedoms of opinion and expression, CCPR/C/GC/34, 12 Eylül 2011, para. 48.
[21] Report of the Special Rapporteur on freedom of religion or belief, Asma Jahangir, and the Special Rapporteur on contemporary forms of racism, racial discrimination, xenophobia and related intolerance, Doudou Diène, further to Human Rights Council decision 1/107 on incitement to racial and religious hatred and the promotion of tolerance, para. 36-39.
[22] Otto Preminger Institute/Avusturya, no. 13470/87, 20.9.1994.
[23] Wingrove/Birleşik Krallık, no. 17419/90, 25.11.1996.
[24] Wingrove'da Yargıç Lohmus ve De Meyer; Otto Preminger'de Palm, Pekkanen ve Makarczyk'in Karşı Oyları.
[25] Konuya ilişkin çok sayıda akademik yayın içinde bkz. Jeroen Temperman, ‘Blasphemy, Defamation of Religions and Human Rights Law’ (2008) 26(4) Netherlands Quarterly of Human Rights 517; Eric Barendt, ‘Religious Hatred Laws: Protecting Groups or Beliefs?’ (2011) 17(1) Res Publica 41; ‘Is there a Right not to be Offended in one’s Religious Beliefs?’ in Lorenzo Zucca (ed), Law, State and Religion in the new Europe: Debates and Dilemmas, Cambridge University Press (2011).
[26] İ. A/Türkiye, no. 42571/98, 13.11.2005. Yargıç Costa, Cabral Barreto ve Jungwiert'in karşı oyları, para. 8.
[27] Klein/Slovakya, no. 72208/01, 31.10.2006.
[28] Aydın Tatlav/Türkiye, no. 50692/99, 2.5.2006.
[29] Giniewski/Fransa, no. 64016/00, 31.1.2006.
[30] Bu konuda çok sayıda örnek için bkz. Kerem Altıparmak-Hüsnü Öndül (2013), Gözel ve Özer/Türkiye Kararının Uygulanması, İHOP Yayını. http://www.aihmiz.org.tr/files/04_Gozel_ve_Ozer_Rapor_TR.pdf
İZLEME RAPORU
[31] Otto-Preminger/Avusturya, para. 48.
[32] Atilla Tatlav/Türkiye, para. 30.
[33] Venedik Komisyonu, para. 64.
[34] Gündüz/Türkiye, no. 35071/97, 04.12.2003. Bağlamın dikkate alınması konusunda Venedik Komisyonu, para. 69.
Kaynak: baskahaber.org
20 Nisan 2013 Cumartesi
Beslenme Tartışmaları
Bu yazı ile size net bir özet yazdım.
Sağlıklı beslenme nedir? Ne yenecek, ne yenmeyecek?
Her
gün televizyonlarda, gazetelerde bu tartışma sürüyor. Aklımız karışık…
Artık en yetkin uzmana bile güven kalmadı. Bunda medyanın da konuyu
reyting uğruna sansasyonel hale getirmesinin rolü büyük.
Peki, nedir bu beslenmenin şifresi?
Beslenme ve gıda biyolojisi elbette bir makale ile özetlenemez. Bu yazıda ben size en sık gündeme gelen başlıkları özetledim.
Geçtiğimiz Kanser Haftası nedeniyle düzenlediğimiz “Kanser ve Beslenme”
konulu konferans için bazı uzmanları Bursa’ya davet ettik. Uzmanların
üstünde anlaştıkları ve bizim de katıldığımız ana hatlar şöyle;
- İnsan için en ideal durum açlık… Elbette olası değil. Pratikte ne yapılabilir? Öğün azaltılacak. Hatta mümkünse akşam yemeği yenmezse en iyisi. Mutlak yenecekse hava kararmadan yemek en iyisi. Gece sadece sebze, meyve, sıvı ve az çerez olabilir.
- Sanayi tipi un ve şeker, margarin kesin yasak. Tereyağına biraz cevaz var. Şekersiz olmaz diyenler için önerilen Stevia tatlandırıcısı en uygunu. Unlu ürünler için “tam buğday” ürünleri olmalıdır. Ekmek yerine erişte, pirinç yerine kuskus tercih edilebilir.
- Tuz olmazsa çok iyi, kullanılacaksa deniz veya kaya tuzu olmalı.
- Önemli olan denge… Et yanında mutlak çiğ sebze olacak. Tüm gıdalar için özet “azı karar”. Su bile çok alınınca toksik yani zehirli… İçine koruyucu, renklendirici ve ek kimyasal konmuş gıdalar kesin yasak. Ev konservesi tarzında hazırlanmış katkısız konservelerde sorun yok.
- Yoğurt dediğin 3 günde ekşir, küflenir. Ama bugün aldığımız yoğurt günlerce bozulmadan durabiliyor. En iyisi evde yapmak veya katkısız yoğurt bulmak. Yoğurt yaparken probiyotik ile mayalamak en iyisi. Bunu yapamıyorsanız, günde bir bardak kefir önerilen en iyi probiyotik.
- Günlük olarak alınması mutlak alınması gerekenler; Omega 3 (özellikle deniz ürünü az alanlar), D vitamini (çünkü artık daha az güneş altındayız), B vitamin grubu (özellikle orta yaş sonrası veya hemogramda MCV 95 üzerinde olanlar) ve mutlak en az 2 litre sıvı
- Orta yaşı geçenler için düşük dozda bebek aspirin (80 -100 mg kadar) öneriliyor. Yılda bir kez mutlak HbA1c, B12 vitamin ve tiroid hormon düzeyi bakılmalıdır. Eğer bunlar normal ise yaşlanma gecikir. İnsülin direnci meselesini mutlak araştırın. Bu konuda tüm uzmanlar hem fikir.
- Sağlık açısından en zengin ve yararlı kimyasal maddeleri içeren besinler: sarımsak, soğan, pırasa, enginar, brokoli, karnabahar, lahana, turp, şalgam, domates, biber, havuç, kereviz, karalahana, kişniş, kimyon, maydanoz, greyfurt, üzüm, dut, böğürtlen, çilek, kiraz, vişne, elma, portakal, limon, kavun, karpuz, tam buğday, arpa, yulaf, kahverengi pirinç ve yeşil çaydır. Beslenmenin üçte ikisi bitkisel olmalı.
- Kilolar kalçalarınıza gidiyorsa çok yiyorsunuzdur. Belinize gidiyorsa kötü yiyecekler tüketiyorsunuzdur. O yüzden belinizin çevre ölçümü, tartılan kilodan daha önemlidir. Sağlıklı kilo almak veya vermek tamamen bel bölgesindeki yağlanma azlığıyla anlaşılır. (ideal bel çevresi 110 cm’den az olmalıdır).
- Gelelim kolesterol meselesine… Bilim dünyası bu konuda ikilem içinde. Kolesterol önemli bir yapı taşı ve sağlığımız için gerekli. Peki, kolesterol ne zaman sorun? Önemli olan total kolesterol değil, HDL ve LDL dengesi… Şimdi aklınızda kalsın diye LDL’ye “lanet” , HDL’ye de “hayırlı” kolesterol diyelim. İdeal denebilecek ölçü LDL düzeyinin 130’un altında, HDL’nin de 60’ın üzerinde olması. LDL düzeyi 160’ın üstündeyse dikkat… Önce diyet, egzersiz olmuyorsa kolesterol düşürücü ilaçlar (statinler) kullanılmalı (bu konuda uzmanlar hem fikir değil )
- Asıl sistem: Bağışıklık Sistemi… Bağışıklık sisteminde sorun olursa kanser, kanserli hastada metastaz (yayılım) veya tekrar tümör oluşması kaçınılmaz. Hergün vücudumuzda oluşan binlerce tümör hücresi veya bozuk hücre bağışıklık sistemi ile ortadan kaldırılıyor.
- Bağışıklık sistemi için, Anti-oksidanların en önemlileri C ve E vitamini, beta-karoten, selenyum, bazı protein bileşikleri, isoflavonlardır. Fakat bu konuda dikkat! Aşırı kullanımlarında (C vitamini hariç) tam tersine kanser oluşumu oluyor. Türkiye vitamin açısından zengin bir ülke, özel bir sorun yoksa ekstra vitamin tableti almaya gerek yok.
Sonuç olarak; güçlü bir bağışıklık sistemi ve iyi beslenme için; az öğün, sık öğün, bol sıvı hep duyduğunuz şeyler. Dikkat çekeceğim şey ise; kırmızı gıdalar, zamanında ve ölçülü bitkisel tüketim.
Yazılacak çok bilgi var ama yerimiz dar. Beslenme üzerine yazılmış milyonlarca makale ve kitap, yapılmış binlerce televizyon programı var. Ama bunların hepsini özetleyen ve kapsayan bir atasözümüz bence tüm konuyu özetliyor “Azı karar, çoğu zarar”…
Yazan: Dr. Ceyhun İrgil
19 Nisan 2013 Cuma
66. Cannes Film Festivali'nde Yarışacak Filmler
Cannes film Festivali'nde yarışacak filmler belli oldu. Baz Luhrmann imzalı The Great Gatsby'nin açılışı yapacağı festivalin Jüri Başkanı Amerikalı yönetmen Steven Spielberg.
Yarışma filmleri ve yönetmenleri ise şöyle,
Only God Forgives, Nicolas Winding Refn
Borgam, Alex Van Warmerdam
La Grande Bellezza, Paolo Sorrentino
Behind the Candelabra, Steven Soderbergh
The Immigrant, James Gray
Le Passe, Asghar Farhadi
La Venua a la Fourrure, Roman Polanski
Nebraska, Alexander Payne
Jeune & Jolie, François Ozon
Wara No Tate, Takashi Miike
La Vie D'Adele, Abdellatif Kechiche
Soshite Chichi Ni Naru, Kore-eda Hirokazu
Tian Zhu Ding, Jia Zhangke
Grisgris, Mahamat-Saleh Haroun
Heli, Amat Escalante
Jimmy P., Arnaud Desplechin
Michael Kohlhaas, Arnaud Despallieres
Inside Llewyn Davis, Coen Brothers
Un Chateau en Italie, Valeria Bruni-Tedeschi
Türkiye sinemasının önemli yönetmenlerinden Semih Kaplanoğlu da Jane Campion'un başkanlık ettiği Cinefondation jürisinde yer alacak.
66. Cannes Film Festivali, 15-26 Mayıs'ta yapılacak.
18 Nisan 2013 Perşembe
32. İstanbul Film Festivali Ödülleri
Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü: Köksüz, Deniz Akçay Katıksız
Uluslararası Yarışma / Altın Lale Ödülü: Ne Yaptın Richard? / What Richard Did, Lenny Abrahamson
Uluslararası Yarışma / Jüri Özel Ödülü: Camille Claudel 1915, Bruno Dumont
Ulusal Yarışma / Altın Lale En İyi Film: Sen Aydınlatırsın Geceyi, Onur Ünlü
Ulusal Yarışma / Jüri Özel Ödülü: Devir, Derviş Zaim
En İyi Yönetmen: Hayatboyu, Aslı Özge
En İyi Kadın Oyuncu: Sema Poyraz, Özür Dilerim
En İyi Erkek Oyuncu: Ercan Kesal, Yozgat Blues
En İyi Senaryo: Sen Aydınlatırsın Geceyi
En İyi Görüntü Yönetimi: Hayatboyu
En İyi Müzik: Soğuk
En İyi Kurgu: Sen Aydınlatırsın Geceyi
Avrupa Konseyi Sinema Ödülü: Sabır Taşı / Syngué Sabour, Atiq Rahimi
FIPRESCI Ödülü / Uluslararası Yarışma: Camille Claudel 1915, Bruno Dumont
FIPRESCI Ödülü / Ulusal Yarışma: Sen Aydınlatırsın Geceyi, Onur Ünlü
Radikal Halk Ödülleri / Uluslararası Yarışma: Kuleli Ev / Dom s Bashenkoy, Eva Neymann
Radikal Halk Ödülleri / Ulusal Yarışma: Köksüz, Deniz Akçay Katıksız
Uluslararası Yarışma / Altın Lale Ödülü: Ne Yaptın Richard? / What Richard Did, Lenny Abrahamson
Uluslararası Yarışma / Jüri Özel Ödülü: Camille Claudel 1915, Bruno Dumont
Ulusal Yarışma / Altın Lale En İyi Film: Sen Aydınlatırsın Geceyi, Onur Ünlü
Ulusal Yarışma / Jüri Özel Ödülü: Devir, Derviş Zaim
En İyi Yönetmen: Hayatboyu, Aslı Özge
En İyi Kadın Oyuncu: Sema Poyraz, Özür Dilerim
En İyi Erkek Oyuncu: Ercan Kesal, Yozgat Blues
En İyi Senaryo: Sen Aydınlatırsın Geceyi
En İyi Görüntü Yönetimi: Hayatboyu
En İyi Müzik: Soğuk
En İyi Kurgu: Sen Aydınlatırsın Geceyi
Avrupa Konseyi Sinema Ödülü: Sabır Taşı / Syngué Sabour, Atiq Rahimi
FIPRESCI Ödülü / Uluslararası Yarışma: Camille Claudel 1915, Bruno Dumont
FIPRESCI Ödülü / Ulusal Yarışma: Sen Aydınlatırsın Geceyi, Onur Ünlü
Radikal Halk Ödülleri / Uluslararası Yarışma: Kuleli Ev / Dom s Bashenkoy, Eva Neymann
Radikal Halk Ödülleri / Ulusal Yarışma: Köksüz, Deniz Akçay Katıksız
Fazıl Say'a Verilen 10 Ay Hapis Cezası'nın Dünya Medyasında Yankıları
Piyanist Fazıl Say’ın Twitter’da yazdığı yorumlar nedeniyle 10 ay hapis cezasına çarptırılması dünya basınında da günün konularından biri oldu. Haberlerde, Say’ın fikirlerini dile getirdikleri için yargılanan Türk entelektüel ve sanatçılardan sonuncusu olduğu vurgulandı.
LİBERO QUTİDİANO Dünya çapındaki ünü ve şöhreti bile Fazıl Say’ın cezalandırılmasını engelleyemedi. Türk besteci, 2012 yılında Twitter'daki takipçilerine ateizmi itiraf edip, İslami cennet fikrini alaycı bir dille ele almasından dolayı kendisi fırtınanın ortasında buldu. Ateistliğe inanmış olan Say, daha önce defalarca herkesin kendisini iktidar partisi Ak Parti’nin pençeleri arasında bulabileceğini söylemişti.
BBC Türk piyanist İslam’a hakaretten suçlu bulundu. Dünya çapında ünlü piyanist Fazıl Say İslamların değerlerine hakaretten 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Duruşmaya katılmayan Say suçlamaları reddetti, bunların politik temelleri olduğu savunmasını yaptı. Bazı sanatçılar ve entelektüel çevreler AK Parti hükümetini Türkiye’nin seküler değerlerinin altını oymakla suçluyor.
BLOOMBERG Türk piyanist Say, Twitter’dan İslam’a hakaret ettiği gerekçesiyle cezaya çarptırıldı. Türk mahkemesi New York Filarmoni ve Berlin Senfoni orkestralarında çalan dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say’a nefreti körüklemek ve İslam’a hakaret ettiği gerekçesiyle 10 ay hapis cezası verdi. Mahkeme Say’ı 5 yıl içinde benzeri bir suç işlememesi koşuluyla serbest bıraktı. Telefonla görüşü alınan Say’ın avukatı, “Bu hepimiz için büyük bir tehdit ve düşünce özgürlüğü üzerinde büyük bir baskı. Adalet istiyoruz. Bu ülke için çok üzgünüm” dedi.
HUFFINGTON POST Türk mahkemesi piyanist ve besteci Fazıl Say’a Twitter’da yazdığı yorumlarla dini gözden düşürdüğü gerekçesiyle 10 ay ertelenmiş hapis cezası verdi. New York Filarmoni Orkestrası, Berlin Senfoni Orkestrası ve diğer dünyaca ünlü orkestralarla çalan 43 yaşındaki piyanist geçtiğimiz yıl bir dini lider ve bazı İslami uygulamalarla dalga geçtiği tweet’ler nedeniyle mahkemeye verilmişti. Say, Türkiye’de fikirlerini dile getirdikleri için yargılanan entelektüel ve sanatçılardan sonuncusu.
NEW YORK TIMES Uluslararası arenada tanınan piyanist Fazıl Say, İslam’a hakaret ettiği ve Müslümanları rencide ettiği gerekçesiyle 10 ay hapis cezası aldı. Türkiye’de son yıllarda pek çok entelektüel, yazar ve sanatçı İslam ve Türk kimliğiyle ilgili yaptıkları açıklamalar nedeniyle, bu kimlikleri eleştirilerden korumak isteyen AK Parti hükümeti tarafından yargılandı.
FINANCIAL TIMES : Kendisini Twitter'da ateist olarak tanımlayan piyanist Fazıl Say’a 10 ay hapis cezası verildi. Dava dikkatleri Türkiye'de hukukun üstünlüğüne çekti. Sansür karşıtı organizasyon PEN, aynı zamanda Türkiye’de hapiste bulunan çok sayıda gazeteci olduğu bir dönemde piyanist Say’ın davasının ifade özgürlüğü konusunda Türkiye için bir test olduğunu bildirdi.
EL AHRAM Dünyaca ünlü piyanist dine küfrettiği için 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme 43 yaşındaki virtüözü attığı tweet'lerde “halkın büyük bir kısmının benimsediği dini değerlere hakaret ettiği” gerekçesiyle suçlu buldu.
ANSA Türkiye dünyaca ünlü piyanistini cezalandırdı. Say, 15 ay hapis riskiyle karşı karşıyaydı. Ateist müzisyen ve solcu Say, hakkında açılan davanın, İslami lider Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AK Parti tarafından istenen “siyasi bir mesele” olduğunu açıklamıştı.
LA REPUBBLİCA “Türkiye: ‘kafir’, müzisyen Say'ı 10 ay hapisle cezalandırdı. Bir İstanbul mahkemesi, ünlü piyanist ve kompozitörü, ‘kafirlik’ olarak kabul ettiği bazı tweet'lerinden dolayı 10 ay hapse gönderme kararı aldı. Müzisyen, Berlin, New York, Tokyo ve İsrail filarmoni orkestralarında çalmıştı. Bu dava, ifade özgürlüğünü iyice kısıtladığı için uluslararası arenada geniş yer buldu.
(Hürriyet)
Fazıl Say'a Hapis Kararı Twitter Kullanıcları İçin Cesaret Kırıcı Bir Mesaj Niteliğinde
Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say’ın bugün “dini değerleri aşağılama” suçundan 10 ay hapse mahkûm edilmesinin üzerine açıklama yapan Uluslararası Af Örgütü, bu kararın ülkedeki sosyal medya kullanıcılarına cesaret kırıcı bir mesaj niteliğinde olduğunu dile getirdi.
Say’a, dindar kişiler ve İslam’ın cennet anlayışı ile ilgili Twitter’da Nisan 2012’de yazdığı alaycı yorumları yüzünden 10 ay hapis cezası verildi. Say hakkındaki hüküm, beş yıllık denetimli serbestlik şartıyla geri
bırakıldı.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Araştırmacısı Andrew Gardner "Fazıl Say’ın mahkûm edilmesi kendisinin ifade özgürlüğünün açıkça ihlal edilmesi anlamına geliyor. Bu mahkûmiyet kararının hayata geçmesini sağlayan da Türkiye’nin sert yasalarından biri. Bu vaka Türkiye’de Twitter’ı ya da diğer sosyal medya araçlarını kullanan herkese cesaret kırıcı bir mesaj veriyor. Şöyle ki, yetkililerin hoşuna gitmeyen bir görüşünüzü dile getirirseniz sıradaki siz olabilirsiniz” diye konuştu.
Say’a yöneltilen suçlamalar kendi hesabından gönderdiği dokuz Tweet’e atıf yapıyordu, aralarında yeniden paylaştığı (re-tweet ettiği) bir Tweet de bulunuyordu: “Bilmem fark ettiniz mi nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı, bu bir paradoks mu?”
12 Nisan’da Meclis’ten geçen Dördüncü Yargı Paketi, ülkede ifade özgürlüğünün önünde engel teşkil eden kısıtlayıcı ve güncelliğini yitirmiş olan yasaların gözden geçirilmesi konusunda başarısız oldu.
Gardner "Bu mahkûmiyet kararı, sadece fikirlerini ifade ettikleri için -hapis cezası dâhil- bir dizi hak ihlaline karşı bireyleri savunmasız bırakan adil olmayan yasaları gözler önüne sermektedir. Dördüncü Yargı Paketi ile gerçekleştirilmesi gereken reformlar konusunda başarısız olan hükümet, yasaları uluslararası insan hakları standartları ile uyumlu hale getirme şansını elinden kaçırdı” dedi.
Kaynak: baskahaber.org
Etiketler:
Fazıl Say,
Türkiye Gündem,
twitter
Gazete ODTÜ
Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğrencileri tarafından çıkarılan Gazete ODTÜ'nin ilk sayısı çıktı.
Akademiden kültür sanata, üniversite gündeminden bilime kadar geniş bir içeriğe sahip olan gazete üniversitelilere ücretsiz olarak dağıtılacak
ODTÜ'lüler kendi gazetelerini çıkardılar. Gazete ODTÜ adındaki gazete bir çok topluluğun da yazınsal katkılarıyla pek çok konuya değiniyor.
Medyadan akademiye, söyleşiden bilime ve kampüs içi etkinliklere kadar bir çok yazı ve haberin yer aldığı gazete aylık olarak çıkarılacak.
Ayrıca gazete 'ODTÜ'nün gayriresmi gazetesi' sloganıyla çıkarılıyor.
Gazete ODTÜ ekibinin açıklamasına göre gazeteye ODTÜ'de her yerden ulaşılabilecek.
Gazetenin iletişim adresi: gazeteodtu@gmail.com
Kaynak: baskahaber.org
17 Nisan 2013 Çarşamba
"Ferahfeza" filmine 13. Avrupa Film Festivali’nde FIPRESCI ve Jüri Özel Ödülü
Elif Refiğ’nin ilk uzun metrajlı filmi Ferahfeza, 13. Avrupa Film Festivali’nden FIPRESCI ve Jüri Özel Ödülü’yle döndü.
Dünya galasını 31. İstanbul Film Festivali yarışma bölümünde yapan ve Malatya Film Festivali’nde Özel Jüri Ödülü kazanan Elif Refiğ’nin ilk uzun metrajlı filmi Ferahfeza festival yolculuğuna devam ediyor.
Film uluslararası yarışma bölümünde yer aldığı ve 17-21 Nisan tarihlerinde, İtalya’nın Lecce kentinde düzenlenen 13. Avrupa Film Festivali’nden FIPRESCI ve Jüri Özel Ödülü’yle döndü.
Ferahfeza ayrıca 25 Nisan- 5 Mayıs tarihlerinde Güney Kore’de düzenlenecek Asya’nın önemli festivallerinden JeonJu Film Festivali’nde Uluslararası Yarışma bölümünde yer alıyor.
Kadere ve uzaklarda onu bekleyen daha güzel bir hayatın varlığına inanan, şehrin gündelik gerçekliğinden uzaktaki tersane bölgesinde çalışan tedarikçi Ali’nin sert mizaçlı Eda’yla tanışmasını ve bu iki gencin birlikte atıldıkları yolculuk sırasında geçirdikleri değişim ve büyüme hikayesinin anlatıldığı Ferahfeza’nın başrollerinde Uğur Uzunel, Sitare Akbaş, Hüseyin Sevimli, Mert Asutay ve Sırrı Süreyya Önder yer alıyor.
Çekimleri İstanbul’da Tuzla, Kartal ve Maltepe semtlerinde gerçekleştiren ve 6 haftada tamamlanan Ferahfeza'nın Haziran ayında Türkiye’de vizyona girmesi planlanıyor.
Kaynak: baskahaber.org
15 Nisan 2013 Pazartesi
Şehir Festivali / İstanbul Calling
Şahsi müzik geçmişinizi bir kurcalayın, en unutulmaz konser anlarınızı
bir deftere not edin. Şimdi 2013 için bu defterde bolca boş sayfa
ayırın. Çünkü o sayfalar, 2013 yazı biterken Vodafone Istanbul Calling
konserlerinden anılar ile dolacak.
Pozitif Live tarafından
gerçekleştirilecek konserlerin detaylarını konuşmak için senelerdir
firmanın müzik direktörlüğünü yapan Murat Abbas ile Babylon Lounge'da buluştuk. "Mabbas" olarak tanıdığımız Murat Abbas
önce stresli bir şekilde bu konserler serisinin nasıl ortaya çıktığını
anlattı:
"Bizim aklımızda her zaman bir 'şehir festivali' fikri vardı.
Uzun süreye yayılan, sadece müzikle sınırlı kalınmayacak bir festival
düşünüyorduk. Bu seneki konserlerimizi planlarken henüz bir sponsorluk
görüşmesi yapmamıştık ve bu konserler serisine isim
arıyorduk. Bir sabah evden çıkarken tişörtümdeki 'London Calling'
yazısını gördüm ve 'İstanbul Calling' adı geldi aklıma. Hemen isim
haklarını aldık ve yola devam ettik. Sonra yolumuz zaten iletişim
içinde olduğumuz Vodafone ile kesişti."
IRON MAIDEN'İN EN İYİ ŞARKILARI
Festivalin Mabbas için en önemlisi, 26 Temmuz günü BJK İnönü Stadyumu'nda gerçekleşecek Iron Maiden konseri. Bu konserin 2 büyük anlamı var: İlki, bu konser Iron Maiden'ın en iyi şarkılarının çalındığı turne kapsamında gerçekleşecek, bir "Greatest Hits" konseri. İkincisi, bu konser İnönü Stadyumu'nun göreceği son konser olacak. Çocukluğumuzdan beri çok güzel konserlere ev sahipliği yapmış stadyum yenilenmeden önce Iron Maiden için dolup taşacak. "Konser sonrasında İnönü'ye veda niteliğinde bir şey yapacak mısınız" diye sordum ama henüz kesin bir fikirleri yok. Çünkü önce Iron Maiden ile görüşüp onay almaları gerek. Sembolik de olsa bir vedanın yapılacağı belli. Bütün konserler için yurtdışından talep var tabii ama bu kez sadece Balkanlar'dan ve Doğu Avrupa'dan değil Irak'tan İran'dan gelecek çok kişi olacak gibi görünüyor.
'BİLET FİYATLARI CAN ACITMAYACAK'
120 gün sürecek festival boyunca yan etkinlikler, başka küçük konserler, paneller, sergiler gerçekleşecek. "Bu kadar çok konsere dar bütçeli müzikseverin bütçesi nasıl dayanacak" konusunu da düşünmüş Pozitif Live. "Sonuçta sadece bizim konserlerimiz değil, özellikle yaz boyunca başka büyük konserler de var. Bu yüzden herkesin istediği konsere gitmesi için kombine biletlerimiz, indirimlerimiz olacak" diyerek müjdeyi verdi Mabbas. Zaten Garanti Bankası kredi kartları ile alınan biletlerin yüzde 20 indirimli olacağı şimdiden belli.
Röportaj: Heja BOZYEL / Haber Türk
Fazıl Say: Mahkeme Sonucu Çıkan Karar İçin Yurdum Adına Çok Üzgünüm
Ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, 19. Sulh Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davada bugün açıklanan 10 ay hapis cezasına çarptırılması kararına ilişkin yazılı açıklama yaptı.
Say'ın karar ile ilgili açıklaması şöyle:
"Mahkeme sonucu çıkan karar için yurdum adına çok üzgünüm. İfade özgürlüğü açısından hayal kırıklığına uğradım. Hiçbir suçum olmamasına rağmen ceza almış bulunmam şahsımdan çok, Türkiye'deki ifade ve inanç özgürlüğü adına kaygı vericidir."
Sivrisinek Tuzağı Hazırlamak
Sivrisinek sezonu açılıyor. Basit bir sivrisinek tuzağı yapmayı öğrenelim.
Gerekli Malzemeler:
Hazırlanışı:
İki hafta sonra sivrisinek ve şişe içinde ölü sivrisinek miktarını göreceksiniz.
Sivrisinek ve sivrisinek siteleri üreme, evlerine temizlik ek olarak, okullar, çocuk yuvaları, hastaneler, evler, çiftlikler, çiftlikler, çiftlikler, kreşler çok yararlı bu yöntemi kullanabilirsiniz.
Gerekli Malzemeler:
- 200 ml su
- 50 gr kahverengi şeker
- 1 paket maya (herhangi bir süpermarket bulunur ekmek mayası)
- 2 litrelik plastik bir cola şişesi
Hazırlanışı:
- Plastik şişeyi şekildeki gibi kesin
- Sıcak su ile kahverengi şekeri karıştırın. Soğumasını bekleyin. Soğuduğu zaman şişenin alt yarısına dökün.
- Mayayı ekleyin. Karıştırmaya gerek yoktur. Karbondioksit oluşturun.
- Şişenin diğer yarısı, baş aşağı, huni şeklinde yerleştirin.
- Siyah bir bant ile şekildeki gibi sarın ve evinizin bir köşesine koyun.
İki hafta sonra sivrisinek ve şişe içinde ölü sivrisinek miktarını göreceksiniz.
Sivrisinek ve sivrisinek siteleri üreme, evlerine temizlik ek olarak, okullar, çocuk yuvaları, hastaneler, evler, çiftlikler, çiftlikler, çiftlikler, kreşler çok yararlı bu yöntemi kullanabilirsiniz.
32. İstanbul Film Festivali'nin Ardından
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 32. İstanbul Film Festivali 14 Nisan Pazar günü sona erdi.
İki hafta boyunca 6 salonda, 529 seansta, 23 bölümde 66 ülkeden 274 yönetmenin 226 filminin gösterildiği festivali toplam 140 bin sinemasever izledi. Festival boyunca %88 dolulukla geçen film gösterimlerinin yanı sıra festival konuklarının katılımıyla renklenen 4 sinema dersi ve biri 13. İstanbul Bienali işbirliğiyle olmak üzere 3 söyleşi; yönetmen, oyuncu ya da yapımcılarının bizzat sunduğu film gösterimleri ve Köprüde Buluşmalar kapsamında düzenlenen 2 atölye ve 9 panel ile 16 gün boyunca İstanbul sinemaya doydu.
İstanbul Film Festivali, Groupama özel gösterim sponsorluğunda altı yıl önce başlattığı Özel Gösterim: Türk Klasikleri Yeniden bölümünde Türkiye sinemasının önemli yapıtlarını beyazperdeyle yeniden buluşturmayı sürdürdü. Bu yıl Lütfi Ö. Akad’ın yönettiği, başrollerinde İzzet Günay ile Türkan Şoray’ın yer aldığı 1968 yapımı unutulmaz melodram “Vesikalı Yarim”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Prof. Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi tarafından restore edilerek izleyicilerle buluştu.
Festivalin Sinema Onur Ödülleri ve Yaşam Boyu Başarı Ödülü
Festivalin Sinema Onur Ödülleri, Türkiye sinemasına yıllar boyu emek vermiş oyuncu Lale Belkıs,
görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı, oyuncu Ahmet Mekin ve senarist Ayşe Şasa’ya festivalin açılış töreninde verildi. Gallipoli / Gelibolu”, Dead Poets Society / Ölü Ozanlar Derneği, Green Card / Yeşil Kart ve The Truman Show / Truman Show gibi filmlerin ünlü yönetmeni 32. İstanbul Film Festivali Altın Lale Uluslararası Yarışma Jüri Başkanı Peter Weir’e Sinema Onur Ödülü, festivalin 14 Nisan Pazar akşamı yapılan kapanış töreninde verildi. Festivalin Yaşam Boyu Başarı Ödülü ise 7 Nisan Pazar günü Atlas sinemasında “Missing / Kayıp”, “Z / Ölümsüz” ve “Eden is West / Cennet Batıda” gibi filmlerin usta yönetmeni Costa-Gavras’a takdim edildi.
Festivalde Yeni Ödül: Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü
Bu yıl festivalin Altın Lale Uluslararası ve Ulusal yarışmaları ödülleri, Avrupa Konseyi Sinema Ödülü FACE, Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) ve Radikal Halk Ödülü’ne bir yenisi eklendi. Genç yaşta kaybettiğimiz yönetmen, senarist ve yapımcı Seyfi Teoman anısına Altın Lale Uluslararası ve Ulusal Yarışmaları’nın yanı sıra, Türkiye Sineması bölümünde yer alan Yarışma Dışı ve Yeni Türkiye Sineması başlıkları ile Sinemada İnsan Hakları bölümünde gösterilen Türkiye yapımı tüm ilk filmlerin aday olduğu Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü verildi. Jürisinde yönetmen Emin Alper, oyuncu Saadet Aksoy ve Almanya’dan, sinema eleştirmeni Rüdiger Suchsland’ın yer aldığı Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’nü “Köksüz” filmi ile kazanan yönetmen Deniz Akçay Katıksız’a CMYLMZ Fikirsanat aracılığı ile 30.000 TL takdim edildi.
Festivalde Özel Bölümler
İstanbul Film Festivali bu yıl, dünyanın çeşitli köşelerinden kadın konusuna dikkat çeken yapımların sunulduğu Kadın Hikâyeleri bölümünün yanı sıra, uzun bir aranın ardından yeniden programda yer bulan Edebiyattan Beyazperdeye bölümü ile Eylül’de başlayacak 13. İstanbul Bienali işbirliğiyle hazırlanan Ben Kentli-Vatandaş Değil miyim? Barbarlık, Sivil Uyanış ve Şehir başlıklı film programına yer verdi. Bu yıl festivalde sinema dersi de veren Meksika’nın önde gelen yönetmenlerinden Carlos Reygadas da, festivalde tüm uzun metraj filmleriyle birlikte iki kısa filminin de gösterildiği Gerçek Mucizedir: Carlos Reygadas bölümüyle yer aldı.
Festivalin artık gelenekselleşen Akbank Galaları, Dünya Festivallerinden, Ustalar, Yeni Bir Bakış, NTV Belgesel Kuşağı, Mayınlı Bölge, Geceyarısı Çılgınlığı ve Çocuk Mönüsü bölümleri her zaman olduğu gibi yine ilgiyle takip edildi.
Festivalin Konukları
İstanbul Film Festivali, bu yıl İstanbul’da ağırladığı konuklarıyla da öne çıktı. Festivalin açılışından kapanışına kadar geçen 16 günlük süre içinde İstanbul’u Costa-Gavras, Peter Weir, Mike Figgis, Carlos Reygadas, Bille August gibi isimlerin yanı sıra filmleri festivalin Uluslararası Yarışma bölümünde yer alan Laurent Cantet, Tony Krawitz, Nanouk Leopold, Eva Neymann, Darezhan Omirbayev ve filmleri NTV Belgesel Kuşağı’nda gösterilen Marco Bechis, Simon Brook, Lucien Castaing-Taylor, Pip Chodorov, Markus Imhoof, Hermann Vaske, Dan Setton gibi isimler ziyaret etti. Ayrıca Peter Brosens, Jean-Pierre Améris, Solveig Anspach, Danis Tanovic, Paul Poet, George Sluizer, Malgoska Szumowska, Srdan Golubovic Nicolas Wackerbarth, David Siegel, Scott McGehee, Calin Peter Netzer, Gonzalo Tobal, Gilles Bourdos, Gabriela Pichler, Enrique Rivero, Lucy Mulloy, Anais Barbeau-Lavalette ile Annemarie Jacir, Sean Baker, Jan Ole Gerster gibi birçok yönetmen de filmlerini sunmak için İstanbul’a geldi. Patricia Arquette, Stephen Dorff, Barbara Sukowa, Mustafa Nadarevic ve Mateusz Kosciukiewicz gibi oyuncular da festivalin misafiri olarak İstanbul’daydı.
Festivalde yapılan 529 gösterimden 116’sı filmin yönetmen, yapımcı veya oyuncularının katılımıyla gerçekleştirildi. Festivale konuk gelen yönetmen, yapımcı ve oyuncular, gösterimler öncesinde filmlerini izleyicilere sunup, film sonrasında sinemaseverlerin sorularını yanıtladı.
İstanbul Film Festivali’ni izlemek için yurtdışından gelen 300’ün üzerinde konuğun arasında Venedik, Sundance, Cannes, Selanik, Moskova, Hamburg, Batum, Paris, Göteborg, Saraybosna, Busan, Sofya, Amiens, Tiflis, Locarno ve Erivan gibi uluslararası film festivallerinin temsilcileri de vardı.
Yönetmenler Anlatıyor
Bu yılın yarışma filmlerinden ve festival programında yer alan filmlerden bazılarının yönetmen ya da oyuncularıyla, SİYAD üyesi sinema yazarı Ceyda Aşar tarafından festivalin web sitesinden de yayınlanan özel birer röportaj yapıldı. Festivalin web sitesinde film.iksv.org/tr/festivalgunlugu linkinden ulaşabileceğiniz röportajların listesi şu şekilde: Lenny Abrahamson (Ne Yaptın Richard), Laurent Cantet (Can Ateşi), Ziad Doueiri (Saldırı), Yılmaz Erdoğan (Kelebeğin Rüyası), Tony Krawitz (Ölü Avrupa), Nanouk Leopold (Her Şey O Kadar Sessiz Ki), Eva Neymann (Kuleli Ev), Darezhan Omirbayev (Öğrenci), Aslı Özge (Hayatboyu), Ali Aydın (Küf), Anais Barbeau-Lavalette (İnşallah), Lucy Mulloy (Bir Gece), Danis Tanovic (Bir Hurdacının Hayatı) Cemil Ağacıkoğlu (Özür Dilerim), Deniz Akçay Katıksız (Köksüz), Mahmut Fazıl Coşkun (Yozgat Blues), Lusin Dink (Saroyan Ülkesi), Can Kılcıoğlu (Karnaval), Uğur Yücel (Soğuk), Derviş Zaim (Devir), Jean-Pierre Améris (Gülen Adam), Mustafa Nadarevic (Gün Doğarken).
Türkiye Sinemasına Büyük Övgü
Türkiye Sineması bölümünde Ulusal Yarışma, Yarışma Dışı, Yeni Türk Sineması, Belgeseller ve Hisar Kısa Film Seçkisi başlıkları altında 40’ın üzerinde kurmaca ve belgesel film yer aldı. Altın Lale Ulusal Yarışması, prömiyerini festivalde yapan filmleriyle de dikkat çekti. Yarışmada 2’si Türkiye, 6’sı dünya prömiyerini yapan 10 film yer aldı. Festival programında yer alan Türkiye yapımı çok sayıda film, yurtdışındaki uluslararası festivallerin temsilcilerinden davet aldı.
Festivalin Diğer Etkinlikleri
Festival kapsamında gerçekleştirilen sinema dersleri ve söyleşilere ilgi büyük oldu. Altın Lale Uluslararası Jüri Başkanı Peter Weir, bu yıl festivalin Yaşam Boyu Başarı ödülüne layık görülen Costa-Gavras, Mike Figgis, Carlos Reygadas’ın verdikleri sinema dersleri ilgiyle takip edildi. Pip Chodorov ve Heinz-Peter Schwerfel deneysel sinema üzerine konuştukları buluşmaları ile belgesel yapımcı ve yönetmenlerinin katılımıyla geçekleşen Belgeseller ve Kitle Fonlaması söyleşisi de sinemaseverlerden büyük ilgi gördü. Ayrıca 32. İstanbul Film Festivali’nin 13. İstanbul Bienali işbirliğiyle düzenlediği Ben Kentli-Vatandaş Değil miyim? Barbarlık, Sivil Uyanış ve Şehir başlıklı film programı kapsamında Fulya Erdemci ve Yael Messer’in sunumuyla düzenlenen söyleşiye konuşmacı olarak, programda gösterilen Yabancılar Dışarı! / Foreigners out! Schlingensief’s Container filminin yönetmeni Paul Poet, Kule filmini yazan ve yöneten kolektif Chto Delat (Ne Yapmalı?) üyelerinden Dimitry Vilensky ve İstanbul Film Festivali Belgesel Danışma Kurulu Üyesi, belgesel yönetmeni Berke Baş katıldı.
Köprüde Buluşmalar
Köprüde Buluşmalar, yurtdışından ve Türkiye’den yapımcı, yönetmen, senarist ve kurum temsilcilerini bir araya getirip yeni uzun metraj projelerinin ilk uluslararası sunumunun yapılması için olanaklar yaratmaya devam etti. Köprüde Buluşmalar kapsamında bu yıl proje sahipleri Eurimages, Berlinale, Cannes Film Festivali Cinéfondation, Eave, Israel Film Fund, Bingerlab, Sundance Film Festivali, CNC, Medienboard, Arte, Venedik Film Festivali, Georgian Film Center, Polish Film Institute, Wild Bunch, ep2c, Memento Film, Holland Film Market ve Cinelink temsilcileriyle görüşme imkânı buldu. 30. İstanbul Film Festivali’nden bu yana Medienboard Berlin-Brandenburg ve Hamburg Schleswig-Holstein Film Fonu işbirliğinde oluşturulan ve iki ülke arasındaki ortak yapımlar için yeni bir teşvik sunmayı amaçlayan Türkiye-Almanya Ortak Yapım Geliştirme Fonu bu yıl 6 projenin fon ile desteklenmesine karar verdi. Köprüde Buluşmalar kapsamında bu yıl ikinci kez yapım aşamasında olan filmleri desteklemek amacıyla, Türkiye’den, çekimlerinin en az yarısı tamamlanmış veya post-prodüksiyon aşamasında olan uzun metraj filmlere ve belgesellere açık olan Work in Progress / Yapım Aşaması Atölyesi de gerçekleştirildi. Bu yıl beşincisi gerçekleştirilen Film Geliştirme Atölyesi’ne 159 başvuru yapıldı. Köprüde Buluşmalar kapsamında düzenlenen Film Geliştirme ve Yapım Aşaması Atölyeleri’nde seçilen projelere ödülleri, 11 Nisan’da Fransız Sarayı’nda yapılan bir törenle takdim edildi.
Festivale Yabancı Basından Büyük İlgi
Dünya basını her yıl olduğu gibi bu yıl da İstanbul Film Festivali’ne büyük ilgi gösterdi. Festivale yurtdışından 100’e yakın basın mensubu katıldı. Festival haberleri, Screen International, Variety, Hollywood Reporter, Empire Magazine, Le Film Français, Cahiers du Cinéma, Cineaste gibi önde gelen sektör dergilerinin yanı sıra İngiltere’den BBC News, The Guardian, Wall Street Journal, Monocle, Timeout, The Artsdesk, Almanya’dan Frankfurter Allgemeine Zeitung, Die Tageszeitung, Süddeutsche Zeitung, Fransa’dan L’Humanité, İspaya’dan El Periodico, El Correo de Andalucia, Bulgaristan’dan Dnevnik Daily gibi saygın gazete ve dergilerde yer almaya başladı. Ayrıca Euronews, Monocle Radyo, İtalyan RAI Televizyonu, Yunan ERT televizyonu, Çin Devlet Televizyonu, Alman ARD Radyosu, Sırbistan Televizyonu ve Radyosu temsilcileri de İstanbul Film Festivali’ni takip etti.
10 Nisan 2013 Çarşamba
Mizah Dergilerinin bu haftaki Kapakları
9 Nisan 2013 Salı
Yönetmen Ken Loach: Margaret Thatcher'i “Onurlandırmak” İçin Cenazesi Özelleştirilsin
Ünlü yönetmen Ken Loach dün sabah geçirdiği felç sonucu hayatını kaybeden İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher'i “onurlandırmak” için cenazesinin özelleştirilmesini istedi. Thatcher'i “İngiliz işçi sınıfının düşmanı” olarak nitelendirdi.
Ünlü İngiliz yönetmen Ken Loach, dün sabah geçirdiği felç sonucu hayatını kaybeden İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher'in ölümüyle ilgili hislerini paylaştı.
Thatcher'in modern zamanların “en bölücü ve yıkıcı” başbakanı olduğunu belirten Loach, “Kitlesel işsizlik, kapanan fabrikalar, tahrip edilen toplumlar - işte onun mirası. O bir savaşçı ve İngiliz işçi sınıfının düşmanıydı” diye konuştu.
“Başbakanlarımız, özellikle de Tony Blair, onun yolundan ilerledi. Blair bir maymun, Thatcher de onun çalgıcısıydı” diyen Loach, sözlerine “Hatırlayın, o Mandela'ya terörist dedi ve gitti katil ve işkenceci Pinochet'le çay içti” diye konuştu
“Cenaze törenini açık artırmaya koyun ve en düşük teklifi kabul edin. Onun isteği de bu olurdu.”
Kaynak: soL
Ünlü İngiliz yönetmen Ken Loach, dün sabah geçirdiği felç sonucu hayatını kaybeden İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher'in ölümüyle ilgili hislerini paylaştı.
Thatcher'in modern zamanların “en bölücü ve yıkıcı” başbakanı olduğunu belirten Loach, “Kitlesel işsizlik, kapanan fabrikalar, tahrip edilen toplumlar - işte onun mirası. O bir savaşçı ve İngiliz işçi sınıfının düşmanıydı” diye konuştu.
”Blair bir maymun, Thatcher de onun çalgıcısıydı”“Thatcher'in zaferlerinin İşçi Partisi'nin ve birçok sendikanın siyasal olarak yozlaşmış liderleri tarafından desteklendiğini” ifade eden ünlü yönetmen, “İşte onun hayata geçirdiği bu politikalar yüzünden bugünkü karmaşayı yaşıyoruz” ifadelerini kullandı.
“Başbakanlarımız, özellikle de Tony Blair, onun yolundan ilerledi. Blair bir maymun, Thatcher de onun çalgıcısıydı” diyen Loach, sözlerine “Hatırlayın, o Mandela'ya terörist dedi ve gitti katil ve işkenceci Pinochet'le çay içti” diye konuştu
“Onu nasıl onurlandıralım?”“Thatcher'i nasıl onurlandıralım?” diye soran Ken Loach, cevap olarak ise cenazesini özelleştirme önerisinde bulundu.
“Cenaze törenini açık artırmaya koyun ve en düşük teklifi kabul edin. Onun isteği de bu olurdu.”
Kaynak: soL
Etiketler:
Ken Loach,
Margaret Teacher,
röportaj
8 Nisan 2013 Pazartesi
'Emek Sineması Yıkılmasın' Yürüşüne Polisten Sert Müdahale
Emek Sineması'nın yıkılmasına yönelik İstiklal Caddesi'nde düzenlenen protesto eylemine polis müdahale etti. Olay sırasında çok sayıda kişi gözaltına alındı. Sinemaseverler gözaltına alınanların serbest bırakılmaları için Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü önünde beklemeye başladı.
Emek Sineması'nın yıkımının durdurulmasını isteyen sinemaseverler polisin tazyikli su ve biber gazlı saldırısına maruz kaldı. Aralarında Tuncel Kurtiz, Derya Alabora, Ahmet Mümtaz Taylan, Onur Ünlü, Erden Kıral, Devin Özgür Çınar, Aslı Özge, Seren Yüce gibi sinema dünyasının tanınmış isimlerinin yer aldığı eylemcilere biber gazı ve tazyikli su ile yapılan mudahale sonrası yönetmen Erden Kıral fenalaşırken, sinema yazarı ve İstanbul Film Festivali FIBRESCI jüri üyesi Berke Göl'ün yanı sıra Hazar Berk Büyüktunca, Özgür İpek ve Mehmet Ferit Aka gözaltına alındı.
Saat 16.00'da Taksim Meydanı'nda toplanan sinemaseverler yürüyerek Ekmek Sineması'nın olduğu Yeşilçam Sokak'a geldiler. Sokağın polis tarafından kapatılması üzerine girişte basın açıklaması yapan eylemciler arasında yer alan Costa-Gavras, Ahmet Mümtaz Taylan, Serra Yılmaz, Derya Alabora birer konuşma yaptı.
Sokağın önüne İstiklal Caddesi üzerine bir sandalye yerleştirildi ve sinemacılar söz almaya başladı. Konuşan ilk isim, politik sinemanın dev ismi, ustalar ustası Yunan yönetmen Costa-Gavras’tı. 1982 yılında Altın Palmiye ödülünü Yılmaz Güney’in “Yol”u ile paylaşan Costa-Gavras, Emek Sineması’nı korumak isteyenlerin yanındaydı.
Ünlü Yunan yönetmen Costa-Gavras, Emek Sineması eyleminde yaptığı konuşmada, “Uzun yıllar boyunca İstanbul Film Festivali’ni ağırlayan Emek Sineması her şeyden önce bir semboldür. Sembolleri yerle bir edemezsiniz. Bu, sembolleri umursamadığınızın ve bu durumda sinemayı umursamadığınızın göstergesidir. Sinema salonları olmadan ulusal bir sinema olamaz. Bir ülkenin sineması olması için de ülkenin yardımına ihtiyaç vardır. Sinema bir aynadır. Hem kendinizi gösterir hem de sizi dünyaya gösterir. “Yol” gibi bir film yapan Türkiye, büyük bir ülkedir ve büyük ülkelerin güçlü sineması olmaları gerekir. Güçlü bir sinemaya sembol salonları yıkarak ulaşamazsınız,” ifadesini kullandı.
Oyuncu Defne Halman’ın sunumlarıyla gerçekleşen konuşmalarda, Ahmet Mümtaz Taylan, “Emek Sineması’nı savunmak şehri savunmaktır. Cercle D’Orient Sosyal Güvenlik Kurumu’na yani bize aittir” dedi.
Avukat Can Atalay’ın yanı sıra Defne Halman da sokağa girme isteklerini ve bunun en doğal haklarını olduğunu tekrarladılar.
Konuşmacılarından biri olan Serra Yılmaz, Kültür Bakanı Ömer Çelik’e seslendi ve “Emek Sineması’nın yıkılmayacağını söyleyen Kültür Bakanı Ömer Çelik, projeyi okudu mu bilmiyorum. Çünkü bu projeye göre Emek Sineması yıkılacak ve dördüncü kata bir taklidi yapılacak” dedi.
Ardından söz alan Cem Davran da, sinemaya girme ve sokaktaki barikatın kaldırılması dileğini tekrarladı: “Emek’in eski bekçisi dedem, makinisti ise amcam. Ben bugün bu sokağa girerim” diye konuştu. Derya Alabora “Şehrin ruhunu alırsanız sanatı öldürürsünüz” dedi. Yönetmen Erden Kıral, Emek Sineması “Sinemanın Kabe’si” dedi.
Konuşmaların sonlanmasının ardından polisle konuşan Serra Yılmaz, Erden Kıral ve Defne Halman, protestocuların tek isteklerinin sokağa girmek olduğunu söyleyip, barikatı kaldırmalarını rica ettiler. Bekleyiş sürerken ve bu basit isteğe izin verileceği beklenirken, polis göstericilerden dağılmasını istedi.
İkinci uyarının ardından panzerden tazyikli su sıkmaya ve biber gazları atılmaya başlandı. Müdahalelerde yere düşenler oldu. Panzerin tazyikli su sıkarak ilerlemeye başlaması sonucunda sinemacılar ara sokaklara sığındı. Onları sokakta kıstıran çevik kuvvet, gruba tekmelerle müdahale etti.
Eylem İstiklal Caddesi 'nde devam ederken, biber gazı kunlanan polis, cadde boyunca tazyikli su sıkarak kalabalığı dağıttı.
Öte yandan çok sayıda kişinin gözaltına alındığı belirtilirken, Berke Göl ve gözaltına alınan 3 kişinin Taksim İlkyardım hastanesinde muayene edildiği bildirildi.
BEYOĞLU EMNİYETİ ÖNÜNDE BEKLEYİŞÇoğunluğunu eyleme katılanların oluşturduğu yaklaşık 200 kişilik bir grup Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü binasının önüne gelerek, gözaltına alınanların serbest bırakılmasını beklemeye başladı.
Emniyet önünde bekleyen grupta İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, Rıza Kocaoğlu, İlksen Başarır, Derya Alabora, Özcan Alper, Nevin Özgür Çınar gibi isimler bulunuyor.
İKSV'DEN AÇIKLAMAİstanbul Film Festivali'nin konuğu olarak İstanbul'da bulunan yönetmenler Costa-Gavras, Mike Newell, Marco Becchis ile Jan Ole Gerster'in yanı sıra Türkiye'den birçok yönetmen ve oyuncu ile yerli ve yabancı birçok sinema yazarının da katıldığı yürüyüşte, Emek Sineması'nın sokağına girmek isteyenlere müdahalede orantısız güç kullanılmıştır.
İstanbul'un kültürel hafızasına sahip çıkmaktan başka düşüncesi olmayan sinemaseverlere yapılanları kiniyoruz.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı
TWITTER'DA TEPKİ YAĞDI
Polisin saldırısına çok sayıda kişi Twitter hesaplarından attıkları iletilerle tepki gösterdi. Atılan tweetlerden bir bölümü şöyle:
devin özgür çınar @devinozgurcinar:
Ara sokaklardan kaçmaya çalisan insanlara biber gazi attilar...Yuh olsun size..yuh.
Cigdem Mater @cigdemmater:
Sinema yazarı ve SİYAD üyesi Berke Göl'ü, hukuka aykırı olarak gözaltına aldılar. Kelepçelendi, avukat görüşmesine izin verilmiyor.
Yekta Kopan @yektakopan
7 Nisan 2013. Berke Göl'ün, şehrinin kültürel hafızasına sahip çıkmak isteyen bir sinema yazarının kelepçelenerek gözaltına alındığı gün.
Cem Erciyes @cemerciyes:
Emek protestosu yapanlari dağitmak icin İstiklal Caddesini savaş alanina çevirdiler.
zaferalgoz @zaferalgoz
EMEK yürüyüşüne tazyikli su ve biber gazı.Atila DORSAY a saldıranlar ortada yok...Polis orada...İleri Demokrasi mı?..Güldürmeyin Adamı
Levent Uzumcu @LeventUzumcu
Ne şiirle ne özlü sözle ne de saptamalarla açıklanamaz haller yaşanıyor beyoğlunda...%50 bunlara da ok diyor değil mi?
(başka haber/radikal/milliyet/sol)
2 Nisan 2013 Salı
Haberleri İzlemek Cinnet Sebebi Olabilir Mi?
Dün akşam bir tweet attım, “Öteki Sinema sitesinin kurucusuyum, seyrettiğim
korku, gerilim, istismar filminin haddi hesabı yok ama ‘haberler’i
izleyemiyorum” diye yazdım. Sabah Pis Yedili, Harem gibi dizilerin müziğini
yapan yetenekli ve insan sevgisiyle dolu dostum Murat Özdemir aradı, “sana çok
hak veriyorum, izlenecek gibi değil, izlediğimde de kâbuslar görüyorum” dedi
telefonda.
Kendi aramızdaki sohbeti buraya da açayım istedim.
Ulusal TV’lerde yayınlanan ana haber kuşağının vatandaşları delirtmek, intihara meyilli hale getirmek gibi bir misyonu var da biz mi bilmiyoruz?
Kanaltürk’te gecenin bir yarısı Martin Scorsese ustanın 'Gangs of New York' filmi yayınlanıyor. Amerikan İç Savaşı öncesi New York’ta çıkan halk ayaklanmasının çerçevesinde epey şiddet yüklü bir hikâye anlatıyor ama içerdiği “grafik şiddet”, kurmaca olduğuna ikna olduğumuz bir gösteri… İsyancılardan biri askerlerin üzerine elinde bir baltayla koşuyor, askerler de onu yaylım ateşiyle öldürüyor ama kimi öldürdüklerini kimse tahmin bile edemez çünkü adamı ayak tırnağından saç teline kadar buzlamışlar! Film kuşa çevrilerek ve sürekli buzlanarak piç edilmiş ki bu kadar buzu Antarktika’da bile göremezsiniz! Sonuç; TV’de film izlenmez, izlemeyin!
Bu kadar korumacı bir yaklaşım için kime teşekkür etsek azdır. Devlet baba bizi TV üzerinden gelen şiddet ve çıplaklıktan korumak için ant içmiş olmalı ama bu dayatmacı anlayışı aşan, Ozon tabakasından bile daha büyük bir delik var; Haberler!
En dayanılmaz olanları Flash TV ve Fox’da ama üç aşağı beş yukarı bütün ana haber yayınları aynı… Her akşam evin ortasında kovalarca suyla temizleyemeyeceğiniz kadar kan, intikam, aldatma, namus temizleme, cinnet geçirme hikâyeleri… Stephen King’in Shining romanında ki (Stanley Kubrick tarafından filmi de yapıldı) delirip ailesini katletmeye çalışan Jack Torrence bile masum kalıyor bu hikâyelerin kahramanlarını izlerken!
Haberler her gece bize toplum olarak gürültülü bir şekilde çöktüğümüzle ilgili güdümleme yapıyor. İhtiyacımız olan haberi verdikleri yok, tek dertleri bizi korkutmak, güvensiz hale getirmek ve sindirmek. TV’nin böyle bir gücü var gerçekten ve nedense bu “gerçek şiddet”e tanık olmak kimsenin umurunda değil.
Özel televizyonlar büyük bir heyecan dalgası yaratarak hayatımıza girdiler ve bir dönem kanuni boşlukları iyi değerlendirerek oldukça cüretkâr yayınlar yaptılar. Halkın cinsel açlığını TV üzerinden sömürmeye kalkan bu anlayış oldukça renkli bir on yıllık TV izleme sürecine yol açtı denebilir. Sansürsüz filmler, erotik şovlar, cinsel imalarla dolu gece programları… Şimdi izleyemeyeceğiniz ne varsa hepsi!
Zamanla devlet/sistem özel TV’leri nasıl kontrol edeceğini öğrendi ve bunu toplumu muhafazakârlaştıracak şekilde kullanıyor. Bir yandan da Haberler üzerinden herkese müthiş bir korku yayılıyor. Kimseye güvenmeyin, kimseyle birlikte olmayın, işinizi bitirin, evinize/kümesinize dönün ve kapıları sıkıca kapayın. Hapishanelerde mahkûmları hücrelerine sokmak için benzer bir yol izlense kesinlikle çok başarılı olunur. Kimse dışarıdaki hayata dönmek istemez.
Bizi daha duyarlı değil, daha da duyarsız, şiddeti kanıksamış ve ürkmüş hale getiren bu cinnet senfonilerini izlemeyin. Çocuklarınızdan uzak tutun! İnanın şimdiye kadar yapılmış bütün korku filmlerini peşi sıra izleseler bir doz “haberler” almış kadar etkilenmezler. Televizyondan uzak durmak zor ama “haberler” başladığında kapatın, radyoda sakin bir şeyler açın, ailenizle güzel şeylerden konuşun. Babalarımızın “aç da ajans izleyelim” dediği zamanlardan çok öte bir şey var orada artık. İzlemeyin, mutlu yaşayın.
MURAT TOLGA ŞEN
Kaynak: medyaradar.com
Kendi aramızdaki sohbeti buraya da açayım istedim.
Ulusal TV’lerde yayınlanan ana haber kuşağının vatandaşları delirtmek, intihara meyilli hale getirmek gibi bir misyonu var da biz mi bilmiyoruz?
Kanaltürk’te gecenin bir yarısı Martin Scorsese ustanın 'Gangs of New York' filmi yayınlanıyor. Amerikan İç Savaşı öncesi New York’ta çıkan halk ayaklanmasının çerçevesinde epey şiddet yüklü bir hikâye anlatıyor ama içerdiği “grafik şiddet”, kurmaca olduğuna ikna olduğumuz bir gösteri… İsyancılardan biri askerlerin üzerine elinde bir baltayla koşuyor, askerler de onu yaylım ateşiyle öldürüyor ama kimi öldürdüklerini kimse tahmin bile edemez çünkü adamı ayak tırnağından saç teline kadar buzlamışlar! Film kuşa çevrilerek ve sürekli buzlanarak piç edilmiş ki bu kadar buzu Antarktika’da bile göremezsiniz! Sonuç; TV’de film izlenmez, izlemeyin!
Bu kadar korumacı bir yaklaşım için kime teşekkür etsek azdır. Devlet baba bizi TV üzerinden gelen şiddet ve çıplaklıktan korumak için ant içmiş olmalı ama bu dayatmacı anlayışı aşan, Ozon tabakasından bile daha büyük bir delik var; Haberler!
En dayanılmaz olanları Flash TV ve Fox’da ama üç aşağı beş yukarı bütün ana haber yayınları aynı… Her akşam evin ortasında kovalarca suyla temizleyemeyeceğiniz kadar kan, intikam, aldatma, namus temizleme, cinnet geçirme hikâyeleri… Stephen King’in Shining romanında ki (Stanley Kubrick tarafından filmi de yapıldı) delirip ailesini katletmeye çalışan Jack Torrence bile masum kalıyor bu hikâyelerin kahramanlarını izlerken!
Haberler her gece bize toplum olarak gürültülü bir şekilde çöktüğümüzle ilgili güdümleme yapıyor. İhtiyacımız olan haberi verdikleri yok, tek dertleri bizi korkutmak, güvensiz hale getirmek ve sindirmek. TV’nin böyle bir gücü var gerçekten ve nedense bu “gerçek şiddet”e tanık olmak kimsenin umurunda değil.
Özel televizyonlar büyük bir heyecan dalgası yaratarak hayatımıza girdiler ve bir dönem kanuni boşlukları iyi değerlendirerek oldukça cüretkâr yayınlar yaptılar. Halkın cinsel açlığını TV üzerinden sömürmeye kalkan bu anlayış oldukça renkli bir on yıllık TV izleme sürecine yol açtı denebilir. Sansürsüz filmler, erotik şovlar, cinsel imalarla dolu gece programları… Şimdi izleyemeyeceğiniz ne varsa hepsi!
Zamanla devlet/sistem özel TV’leri nasıl kontrol edeceğini öğrendi ve bunu toplumu muhafazakârlaştıracak şekilde kullanıyor. Bir yandan da Haberler üzerinden herkese müthiş bir korku yayılıyor. Kimseye güvenmeyin, kimseyle birlikte olmayın, işinizi bitirin, evinize/kümesinize dönün ve kapıları sıkıca kapayın. Hapishanelerde mahkûmları hücrelerine sokmak için benzer bir yol izlense kesinlikle çok başarılı olunur. Kimse dışarıdaki hayata dönmek istemez.
Bizi daha duyarlı değil, daha da duyarsız, şiddeti kanıksamış ve ürkmüş hale getiren bu cinnet senfonilerini izlemeyin. Çocuklarınızdan uzak tutun! İnanın şimdiye kadar yapılmış bütün korku filmlerini peşi sıra izleseler bir doz “haberler” almış kadar etkilenmezler. Televizyondan uzak durmak zor ama “haberler” başladığında kapatın, radyoda sakin bir şeyler açın, ailenizle güzel şeylerden konuşun. Babalarımızın “aç da ajans izleyelim” dediği zamanlardan çok öte bir şey var orada artık. İzlemeyin, mutlu yaşayın.
MURAT TOLGA ŞEN
Kaynak: medyaradar.com
Etiketler:
köşe yazısı,
medya,
Murat Tolga Şen,
Türkiye Gündem
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)