Vezir-i Azam Süleyman Paşa ile 2. Vezir Deli Hüsrev Paşa’nın 1544’te divan toplantısı sırasında kavga etmeleri, ikisinin de görevlerinden azledilmelerine neden olmuştu. İki vezirin divan toplantısında böyle bir kavgaya tutuşmaları o güne değin Osmanlı tarihinde görülmemiş bir olaydı. Hindistan seferinin unutulmaz kahramanı 80 yaşındaki Süleyman Paşa, inzivaya çekildiği malikanesinde birkaç ay sonra öldü. Hüsrev Paşa ise azledilmesini gururuna yediremediğinden başladığı açlık grevi yüzünden yaşamını yitirmişti.
Kimilerine göre, iki vezirin divan toplantısı sırasında kavga etmeleri, Rüstem Paşa’yı iktidara getirmek için Mihrimah Sultan ve Hürrem Sultan tarafından düzenlenmiş bir tertibin sonucuydu. Doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlayacak bir belge elimizde yok, ama bu kavga sonrası 28 Kasım 1544’te Rüstem Paşa’nın sadarete getirildiğini tarihi belgelerden biliyoruz.
Rüstem Paşa, 1539’da Kanuni’nin tek kızı olan Mihrimah Sultan ile evlendikten sonra Saray’daki konumunu sağlamlaştırmıştı. Kayınvalidesi Hürrem Sultan’ın sadık bir bendesi olmuş, onunla birlikte sarayda çevrilen tüm entrikalarda bir aktör, hatta çoğu zaman entrikanın bizzat düzenleyici olmuştu. Tuhaf bir biçimde şairlerden ve şiirden nefret ediyordu. Şairlerin Rüstem Paşa’nın aleyhine bol bol şiir yazmalarına o yüzden şaşırmamak lazım. Aynı zamanda denizcilerden hoşlanmaması ve korkması ile de tanınıyordu. Osmanlı tarihinin gördüğü en zengin insanlardan biri olan Rüstem Paşa’nın, devlet düzeneğine şu ya da bu biçimde rüşveti sokan kişi olduğunu da tarihe not düşelim…
Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa Entrikalara Başlıyor
Kanuni Sultan Süleyman’ın yaşlanması, oğullarından hangisinin tahta çıkacağı yönünde bir çekişme başlamıştı. Tahtın gelecekteki sahibi olarak, en güçlü aday Kanuni’nin Hürrem Sultan’dan olma ilk oğlu Şehzade Mehmet görülüyordu. Ama rakipleri de vardı. Hürrem Sultan, oğluyla taht arasındaki tüm engelleri kaldırmak için entrikalarına başlamıştı. Bu entrikaların ilk kurbanlarından biri, Şehzade Mustafa’yı desteklemek gibi bir hataya düşerek Hürrem Sultan’ın öfkesini üzerine çeken Pargalı İbrahim Paşa’ydı. Gizlice Hıristiyanlığa geçtiği, gönderilen Kuran’ı Kerim’leri kabul etmediği, devletin parasını zevk için harcadığı iftiralarıyla Kanuni ile eski dostunun arası açıldı. Pargalı, Şehzade Mustafa’yı desteklemesinin bedelini, 15 Mart 1536 tarihinde Topkapı Sarayı’nda çağrıldığı iftar yemeğinden sonra çekildiği odasında, Cellat Kara Ali tarafından boynuna geçirilen kement ile ödedi.
Ne var ki Şehzade Mehmet’in 22 yaşında beklenmedik ölümü, oğlunu geleceğin Osmanlı padişahı olarak gören Hürrem Sultan’ın bütün planlarını altüst etmişti. Şimdi herkes, Mahidevran’ın oğluŞehzade Mustafa’ya artık tahtın yeni sahibi gözüyle bakıyordu. Oysa bilmedikleri, Hürrem Sultan’ın henüz tüm kozlarını oynamadığı, umutlarını yitirmediğiydi. Şehzade Mehmet ölmüş olabilirdi ama Şehzade Mustafa bir şekilde devre dışı bırakılabilirse, diğer oğlu Şehzade Selim pekala Osmanlı tahtının yeni sahibi olabilirdi. Başvezir olan Rüstem Paşa, oğlunun veliaht tayin ettirilmesinde artık en büyük yardımcısı olacaktı.
Rüstem Paşa da geldiği mevkiyi korumanın yolunu, kendi eşinin erkek kardeşi Şehzade Selim’i tahta çıkarmakta görüyor, en önemli mevkilere kendi adamlarını yerleştiriyordu. Eğer Şehzade Mustafa bertaraf edilirse, veliahtlık makamına Şehzade Selim geçecek, hem Şehzade Selim hem de kayınvalidesi Hürrem Sultan ömür boyu kendisine minnettar kalacaktı. Halk, ordu ve ulema Şehzade Mustafa’yı desteklerken, şimdi yapılması gereken en akıllı iş, Şehzade Mustafa’yı Kanuni’nin gözünden düşürmek, yandaşlarını teker teker ortadan kaldırmaktı.
Kanuni, Şehzade Mustafa’ya her baktığında babası Yavuz Sultan Selim’i görür gibiydi. Şehzade Mustafa’nın yüz hatları öylesine Yavuz Sultan Selim’e benziyordu ki, tüm yaşamı boyunca Yavuz Sultan Selim’i bir kez görenler bile körü körüne Şehzade Mustafa’nın taraftarı kesiliyordu. Çok iyi bir eğitim almış, cesur ve başarılı bir askerdi. Savaşçı mizacı, askerlere ve halka karşı hoşgörülü tutumu, silah ve at kullanmadaki olağanüstü becerisi sayesinde hem ordunun hem halkın sevgisini kazanmıştı. Halk arasında, 38 yaşındaki veliahdın 40 yaşına geldiğinde tıpkı dedesi Yavuz gibi tahta çıkacağı, Osmanlı’nın bu sefer tüm dünyayı fethedeceği söylentileri yayılmaya başlamıştı.
Bu söylentilerin Kanuni’nin canını sıktığı zaten yetmiyormuş gibi; bir yandan eşi Hürrem’in, diğer yandan kızı Mihrimah Sultan’ın büyük oğlu Şehzade Mustafa aleyhindeki iftiraları da kendisini iyice bunaltıyordu. Kanuni 33 yıldır tahttaydı; Tanrı uzun ömür vermiş, iktidarı uzadıkça uzamıştı. Kanuni’nin uzun saltanat yıllarının, zaman geçtikçe hem halk hem de devlet kademeleri arasında tekdüzelikten kaynaklanan ve açıktan olmasa da içten içe dile getirilen bir bıkkınlığa neden olduğu söylenebilir. Halk, iktidar ne kadar iyi olursa olsun, böylesine uzayan iktidarlardan bıkkınlık gösterip bir yenilik, bir değişiklik bekler. Ya Şehzade Mustafa, tüm ordu ve halk ölümüne onu desteklerken babasına karşı isyan etse durum nece olurdu? Olmayacak bir durum değildi hani… Sonuçta Yavuz Sultan Selim, hırslı ve sabırsız bir şehzadenin babasının tahtı için en büyük tehlike olduğunu tüm Osmanlı’ya kanıtlamıştı. Böyle bir durumda Kanuni acaba orduya sözünü geçirebilecek miydi? Zaten içine böyle bir kuşku düştüğünden, Macaristan seferi sırasında Şehzade Mustafa’nın hareketlerini izlemesi için Sadrazam Süleyman Paşa’yı sefere götürmeyip Bursa’da bırakmıştı.
Rüstem Paşa gerekli psikolojik ortamın artık olgunlaştığına kanaat getirmişti. Şimdi daha cesur adımlar atmanın, genç şehzadenin bir asi, bir vatan haini olduğuna, kısaca taht için tehlike oluşturduğuna Kanuni’yi inandırmanın zamanı gelmişti. Fakat öyle bir plan hazırlanmalıydı ki, Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi bir oldubittiye getirilsin. Eğer tümü Şehzade Mustafa’yı desteklerken ordu plandan haberdar olursa duruma müdahale eder, alimallah kellesi giden Şehzade Mustafa değil de kendi olurdu. İş işten geçtikten sonrası kolaydı, Şehzade Mustafa’nın ölümünden sonra ordu, Kanuni’ye isyan etmeye cesaret edemezdi.
Yıllar boyunca inceden inceye işlenen planın son safhasına geçme zamanı gelmişti. Rüstem Paşa’nın adamları güya genç şehzade ile İran Şahı Tahmasp arasındaki gizli mektupları ele geçirmişler, Rüstem Paşa da kulluğunun gereği olarak bu ihanet dolu mektupları Kanuni’ye getirmişti! Şehzade Mustafa güya bu yazışmalarda Şah’ın kızı ile evleneceğini söylüyor, Şah ise babasına karşı ayaklanması durumunda Şehzade Mustafa’ya yardım etme sözü veriyordu.
Kanuni’nin ilk başta bu düzmece belgelere inanmak istemediğini, İsfendiyaroğlu Prens Şemsi Paşa’ya söylediklerinden anlayabiliyoruz:
Hâşâ ki, Mustafa Han’ım bu küstahlığa cüret ede ve benim hayatımda böyle bir vaz’-ı nâmâ’kuul irtikâb ede. Bazı müfsidler, kendiler mâil olduğu şehzadeye mülk münhasır olsun deyü bühtan ederler. Zinhar bu sözü bir dahi lisana getirmeyin ve bu makuule mesâvîye vücûd vermeyin!
Fakat bu entrika, öyle acemilikle hazırlanmış bir entrika değildi. Rüstem Paşa, Şehzade Mustafa’nın mührünü adamları aracılığı ile ele geçirip bir benzerini hazırlatmış, sonra da bu mühürle hazırlanmış mektupları güya Şehzade Mustafa’nın ağzından Şah Tahmasp’a yollamıştı. Bu mektupta genç şehzade babasına karşı isyan edeceğini belirtiyor ve isyan işinin gizli tutulmasını rica ederek Şah’ın yardımını istiyordu. Mektupta Şehzade Mustafa’nın mührünü gören Şah sahte olduğundan hiç kuşkulanmadığından derhal yanıt verdi: Kendisini desteklemeye hazırdı…
İşte Rüstem Paşa’nın Kanuni’ye sunduğu mektup bu idi. Rüstem Paşa’nın adamları Şah’ın yanıt vereceğini bildiklerinden pusuya yatmışlar, mektup daha yoldayken ele geçirilmişti. Bu mektubun aslı bugün Topkapı Sarayı arşivlerindedir.
Dediğimiz gibi Kanuni ilk başta oğlunun ihanetine inanmak istememişti. Fakat mektupta Şah’ın mührünü görmesi, Rüstem Paşa’nın fitneleri, Hürrem Sultan ile kızının kendisini hiç durmaksızın bunaltması devam edince, oğlunun Şah’ın desteğiyle kendisine başkaldıracağına, en azından devletin düzenine sarsacağına kanaat getirdi. Kanuni 12. Sefer-i Humayun’a hazırlanırken durum kısacası bu idi. Sefer İran’a karşı yapılıyordu ama seferin gerçek nedeni Şehzade Mustafa’nın katledilmesiydi…
Şehzade Mustafa’nın Öldürülmesi
Fitne tohumları yalnız Kanuni’ye ekilmiyordu. Peçevi tarihinde, bazı kimselerin Şehzade Mustafa’yı, Kanuni’nin ihtiyarlığından dolayı Rüstem Paşa’yı Anadolu’ya serdar tayin ettiği, Rüstem Paşa’yı öldürdüğü takdirde padişahlığının önünde bir engel kalmayacağı telkiniyle isyana teşvik ettikleri yazar. Hatta Kanuni’nin tahttan çekilip ömrünün son yıllarını Dimetoka saraylarında ibadet ederek geçirmek istediği halde Rüstem Paşa’nın buna engel olduğu fitnesini yaydıkları da belirtilir.
Şehzade Mustafa üvey annesinin ve Rüstem Paşa’nın bu entrikalarından bir noktaya kadar haberdardı. Fakat “Kanuni” lakaplı babasının söylentilerle hareket etmeyeceğine inanıyor, yasalara ve devletin düzenine bağlılığını çok iyi biliyordu. Bu yüzden babasının kendisini dinlemeden böyle bir hükme varmayacağını düşünüyordu. Ne Hürrem Sultan’ın ne de Rüstem Paşa’nın, babasının kararlarına kendisini öldürtmeye varacak kadar etki edebilecekleri aklının ucundan dahi geçmiyordu. Hatta eniştesi 2. Vezir Damat Kara Ahmet Paşa’nın düzenlenecek bu suikast tertibini kendisine haber verdiği, 3. Vezir Haydar Paşa’nın bir bahane uydurup Amasya’dan gelmemesi için haber yolladığı halde bu düşüncesinden dolayı kulak asmadığı rivayet edilir.
Kanuni, 1553 yılının 28 Ağustos’unda sefer için İstanbul’dan hareket ettiğinde Şehzade Mustafa da Anadolu tımarlı sipahilerinden oluşan büyük bir orduyla, babası ile buluşmak için Amasya’dan hareket etti. 6 Ekim sabahı Orduy-ı Hümayun’un konakladığı Aktepe’ye ulaştı, kendisini bekleyen sondan habersiz olarak otağını Kanuni’nin otağının yakınına kurdurdu. Ertesi gün, büyük trajedinin son perdesi sahneye koyulacaktı…
Şehzade Mustafa’nın askerleriyle geldiği bilgisi dalga dalga tüm orduya yayıldı. Askerlerinin atlarının güzelliği ve bakımı, silahların zenginliği, askerlerinin mükemmel disiplini, askerlerinde oluşturduğu erkekçe güven Ordugah’ta derin bir heyecan dalgasının yayılmasına neden oldu. Bir gün başlarında savaşacak ve Osmanlı’ya hükmedecek olan hükümdarı Şehzade Mustafa’nın kişiliğinde bulan askerler kitle halinde Şehzade Mustafa lehinde tezahürat yapmaya başladılar. Tüm Ordugah şimdi Şehzade Mustafa’nın adı ile inliyordu. Vezirler ve beylerbeyiler gelip, protokol sırasına göre Veliahdın elini öptüler. Kanuni, Şehzade Mustafa’ya haber yollayarak ertesi gün el öpme töreni için kendisini kabul edeceğini bildirdi.
Bu arada garip bir de olay yaşanır. Şehzade Mustafa’nın çadırlarının iskeletleri dikilir dikilmez, ordugâhtan kimin tarafından gönderildiği bilinmeyen, üzerinde bir kâğıt olan bir ok fırlatılır. Kâğıtta Mustafa’ya babasının çadırına asla gitmemesi, babasının onu öldürtmek istediği yazılıdır. Mustafa yazılanlara aldırış etmez; bunun Rüstem Paşa’nın yeni bir hilesi olduğunu, babası ile arasını açmak istediği için yaptığını düşünür.
Ertesi gün öğle namazının ardından vezirler ve yüksek rütbeli subaylar Şehzade Mustafa’nın otağına giderek kendisini aldılar. Veliaht şehzade gösterişli bir kaftan giymiş, son derece güzel bir Türkmen atına binmişti. Askerler taparcasına sevdikleri şehzadeyi daha yakından görebilmek için yol kenarına dizilmişler, adeta birbirlerini itercesine yer kapma kavgasına girmişlerdi. Atılan sevinç tezahüratları Kanuni’nin çadırına kadar ulaşıyor, Kanuni her çığlıkta bu heyecanın ayaklanma havasına büründüğünü hissediyordu.
Şehzade Mustafa babasının otağın girerken yalnızca şehzadelere tanınan bir hak olduğundan üzerindeki silahları çıkarmamıştı. Otağın ilk bölümündeki çavuşlar silahlarını çıkarmasını isteyince önce kızdı, sonra da kendisine iletilenlerin gerçek olabileceği bir an aklından geçti. O, babasının yanına vardığında saygılı bir biçimde onun ayaklarına kapanacak, babası da onu her zamanki gibi gözlerinden öpecekti…
Otağın ikinci bölümüne geçtiğinde babasının kollarını açıp kendisini karşılamasını beklerken, onu bekleyen yalnızca donuk bir sessizlikti. Tereddüde düştü, Divan bölümüne geçmekte bir an duraksadı. Birden Divan bölümünü ayıran perde aralandı ve Şehzade Mustafa o an babası yerine karşısında Saray’daki idamları gerçekleştiren yedi dilsiz celladın uğursuz yüzlerini görünce başına gelecekleri anlayıverdi.
Cellatlar hemen Şehzade Mustafa’nın üzerine atılıp bu iş için kullandıkları yay kirişini boynuna geçirdiler. Suçsuzluk duygusu, olanlara inanamama ve kendisine reva görülen bu son gençliğin verdiği güç ile birleşince boynuna geçirilen ilk kirişi kopartıverdi. Cellatların elinden kurtulup çavuşların olduğu bölüme kadar gelmeyi başardı ama kaçarken üzerindeki kaftanın eteklerine takılıp yere düştü. Bir yandan babasına suçsuz olduğunu haykırıyor, bir yandan askerlerini yardıma çağırıyordu. Eğer askerler Şehzade Mustafa’nın sesini duyarlarsa bu idam olayı her an tahta çıkma mücadelesine dönüşüverirdi. O ana kadar olanı biteni yalnızca izleyen Kanuni, perdesini aralayarak dilsiz cellatlara şöyle bir baktı. Bu, başarısızlığın bedelinin ölüm olduğu anlamına geliyordu. Babasının insafsız bakışlarını gören şehzade bir an için kendisini savunmayı unuttu. İşte o an, cellatlar saray ağalarından Mahmud Ağa’nın (sonradan Zal Mahmud Paşa) da yardım etmesiyle kirişi bir defa daha Şehzade Mustafa’nın boynuna geçirdiler. Kanuni, 46 yıllık saltanatının en uğursuz gününde yaşamının en büyük hatasını yapmıştı: Tarihler 7 Ekim 1553’ü gösterirken Şehzade Mustafa artık yaşamıyordu.
Şehzade Mustafa’nın Öldürülmesinin Yankıları
Ordu, Şehzade Mustafa’nın katlini birkaç dakika sonra haber aldı. Kısa sürede, tüm Avrupalı tarihçilerin ve gezginlerin disiplinini öve öve bitiremedikleri Osmanlı ordusu karmakarışık olmuştu. Bütün ağızlardan Rüstem Paşa’ya küfürler yükseliyor, arada Kanuni aleyhinde tezahüratlar duyuluyordu. Bir matem ve olanları onaylamadıklarının bir göstergesi olarak askerler o gün öğle yemeğini yemeyi reddettiler.
Şehzade Mustafa’nın katlinden Rüstem Paşa’yı sorumlu tutan askerler, onu öldürmek için otağına saldırmışlardı ama artık çok geçti. Rüstem Paşa çoktan kılık değiştirerek İstanbul’a kaçmış, kaynanası Hürrem Sultan’ın yanına sığınmıştı. Yakalansa, askerler tarafından oracıkta parça parça edileceği kesindi. Otağı parça parça edildi ama askerlerin öfkesi dinmek bilmiyordu. Askerlerin öfkesinin başka türlü yatışmayacağını gören Kanuni Sultan Süleyman, Rüstem Paşa’nın azledildiğini ve yerine askerler tarafından çok sevilen 2. Vezir Damat Kara Ahmet Paşa’nın atandığını orduya tebliğ etti. Ayrıca Şehzade Mustafa’nın tüm maiyetine ve adamlarına zengin tımarlar, rütbelerine göre önemli görevler verilerek hem gönülleri alınmaya hem de olası bir intikamın önüne geçilmeye çalışıldı. Kanuni böylece damadının yaşamını kurtarmış oluyordu. Şehzade Mustafa’nın cenaze namazı bütün ordunun katılımıyla Ordugah’ta kılındı. Naaşının Bursa’ya gönderilmesine ve Muradiye’de yapılacak türbesine gömülmesine karar kılındı.
Ne acıdır ki, o gün cenaze namazı kılınan yalnızca Şehzade Mustafa değildi. Rüstem Paşa Bursa’ya da bir hadımağası yollamıştı. Şehzade Mustafa’nın olan bitenden habersiz daha yedi yaşındaki oğlu Mehmet de, ileride babasının öcünü alabilir endişesiyle Bursa’da -bir rivayete göre Amasya’da- boğularak öldürüldü! Şehzade Mustafa’nın eşi Rümeysa Haseki Sultan, aynı gün hem eşini hem de oğlunu kaybetmenin acısını yaşayacaktı.
Şehzade Mustafa’nın öldürülmesinden sonra cesedin yanına ilk gidenlerden biri de Hürrem ve Kanuni’nin diğer bir oğlu olan Şehzade Cihangir’di. Cihangir doğuştan kamburdu ve bu kusurundan dolayı kendi öz kardeşleri bile alay ediyordu. Oysa üvey kardeşi Şehzade Mustafa hiç alay etmemiş, kendisini hep sevmiş, hep kollamıştı. Osmanlı taht kavgaları içinde taht sevdası olmayan ender şehzadelerden biri olan Cihangir’in karşısında şimdi kendisini her zaman kollayan üvey abisinin cansız bedeni vardı. Cesedine kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlıyor, iftira ile onun ölümüne neden olanlara, cellatlara beddualar yağdırıyordu. Çok hassas bir yüreği olan Cihangir’in abisi Mustafa’ya sevgisi içtendi, yapmacık değildi. Cihangir, babası Kanuni’yi bu olaydan sonra hiç affetmedi. Yüreği daha fazla acıya dayanamayan Cihangir, ağabeyinin feci ölümünden duyduğu üzüntüyle 27 Kasım 1553’te Halep’te ruhunu teslim ediverdi. Kardeşlikten doğan dostluk, insafsızlığın öcünü pek acı biçimde de olsa almıştı. Onun adına İstanbul Tophane’de yaptırılan Cihangir Cami, Cihangir semtinin adının kaynağıdır.
Cihangir gibi, Kanuni’nin sütkardeşi olan Mehmet Çelebi de, Kanuni İran seferinden döndüğünde yüzüne karşı ağır sözler sarf etmiş ve kendisiyle ölene kadar bir daha asla görüşmemiştir.
Şehzade Mustafa’nın öldürülmesi, kendilerine her zaman büyük bir hoşgörüyle yaklaşan Anadolu insanını da yürekten yaralamış, Şehzade Mustafa’nın katli üzerinden yıllar geçmesine rağmen unutulamamıştı. Hakkında en çok mersiye yazılan şehzadenin Şehzade Mustafa olması bu nedenledir. Taşlıcalı Yahya Bey ile Sami’nin yazdıkları Şehzade Mustafa mersiyeleri içlerinde en çok bilinenleridir. Toplam 42 beyitten oluşan Taşlıcalı Yahya Bey’in mersiyesi o dönem için cesur bir dille yazılmıştır. Rüstem Paşa’ya şiddetle çatan Yahya Bey bu mersiyesinde açıkça Rüstem Paşa’nın idam edilmesini istemiş ve ordunun duygularına tercüman olmuştur. Yine de padişahı da eleştirmekle birlikte fazla ileri gitmemiştir. Fakat Sami’nin mersiyesi çok daha fazla cesur olup bizzat Kanuni’yi hedef alan ifadeler bulunmaktadır.
Yazının Kaynağı: Serenti.org
Yararlanılan Kaynaklar:
- Yılmaz Öztuna, Büyük Osmanlı Tarihi, cilt:3
- Prof. Dr. Tayyip Gökbilgin, Türkler Ansiklopedisi, cilt:9
- Alphonse De Lamartine, Osmanlı Tarihi, cilt:1
- Joseph von Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, cilt:6
- Kanuni ve Şehzade Mustafa, Editör: Erhan Afyoncu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder