Broadway
oyunlarındaki mükemmel performansıyla ünlü bir isim haline gelen Marlon
Brando 1949′un sonunda ilk sinema filmi için anlaşma imzaladı.
Yapımcılığını Stanley Kramer, yönetmenliğini Fred Zinnemann’ın
yaptığı, senaryosunu Carl Foreman’ın yazdığı filmin ismi "The Men"di.
Büyük ölçüde gerçek olaylara dayanan film Ken Wilocek isimli bir eski askerin hikayesine dayanıyordu.
Wilocek, savaşın son günlerinde bir alman sniper’ın kurşununun
beline isabet etmesiyle sakat kalmış ve rehabilitasyon merkezine
yatırılmıştı.
Film, hayatta bir türlü tutunamayan gazilerin, kendilerini dönüp
dolaşıp hep rehabilitasyon merkezlerinde bulmasını anlatıyordu.
Hikayenin sosyal yönleri Brando’yu ikna etti.
İlk rolü için çalışmalara başladı.
Brando’nun çalışmalarının merkezi Van Nuys’taki “Birmingham Veterans Hospital” oldu.
Onu henüz sinema perdesinde görmeyen gazilere ilk başta o da felçliymiş gibi yaklaştı.
Brando’nun kim olduğunu bilmiyorlardı.
Brando güvenlerini kazandı ve hepsine bir film için burada olduğunu açıkladı.
3 hafta sonra aralarından biri gibiydi.
Onlarla birlikteyken hep tekerlekli sandalyedeydi.
Gazilerin en büyük eğlencesi yakınlardaki barlarda içmekti.
Brando, barlara tekerlekli sandalyesinden kalkmadan gazilerle birlikte gidiyor ve eğleniyordu.
Bu ziyaretlerden birinde yanlarına koyu hristiyan bir kız yanaştı.
“Eğer tanrıya inanırsanız, ona yeterince dua ederseniz, yeniden yürüyebilirsiniz, mucizelere inanın” diyordu.
Brando, tüm barın bakışları arasında sandalyesinden kalkmaya çalıştı.
İlk önce yere düştü.
Ardından bacaklarında aradığı gücü yeniden bulmuş gibi yaparak, küçük adımlarla yürümeye başladı.
Hristiyan kızın “Hallelujah” haykırışlarına “Yürüyorum, yürüyorum” diye bağırarak eşlik etti.
Barın geri kalanı bir mucizeye tanık olduklarını düşünürken, gaziler gülmekten kırılıyordu.
Brando, şakasına dans figürleriyle son verdi.
Gaziler arasında her kesimden insan vardı.
Hepsinin farklı hikayelerini dinledi.
Çoğu eşleri, nişanlıları tarafından terk edilmiş, toplum tarafından işe yaramaz damgası yiyerek dışlanmıştı.
Kolları tutmadığı için hayatının bir yılını sigara yakmayı öğrenmekle geçiren bir adamla tanıştı.
Hayatının geri kalanında her sigara yaktığında o adamı hatırladığını söyledi.
Film gişede pek başarılı olamadı.
Ama amerikan sinemasında yepyeni bir oyunculuğun önünü açtı.
Yakışıklı jönlerin moda olduğu, her filmin kahramanlıklar üzerine
kurulduğu bir dönemde, Nazım Hikmet’in deyimiyle “büyük insanlığı” çok
iyi perdeye taşıyan, genç ve yetenekli bir aktör The Men’le başlayarak
sinema tarihini değiştirdi.
|
Yazan: Ijon Tichy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder